Ahmed ÇITLAKOĞLU

Ahmed ÇITLAKOĞLU

İşyerlerinde “Canlı Bomba”!..

İşçinin işe ihtiyacı olduğu kadar işverenin de işçiye ihtiyacı var.

Çalışma şartlarını genelde daima işveren belirler. İşçi, işverenin çalışma şartlarını (itirazsız ve şerhsiz) kabul ederek işe başlar… Lakin zamanla işyerinde sesini yükseltmeye başlar!

İş hayatında yerleşmiş genel kanaat; işveren güçlü, işçi zayıftır. Dolayısıyla işçi işveren ihtilaflarında (peşin hükümle) işçi daima haklıdır!

Yargıya intikal eden davalarda; özel sektörde, işverenin dava kazandığı, haklı çıktığı pek görülmez. Şayet işveren devlet ise o zaman işçinin dava kazandığı, haklı çıktığı pek görülmez!

 

Oysa adalet; hakkın gözetilmesi, haklıya hakkının teslim edilmesidir.

Kim olursa olsun, kişinin sıfatı fark etmeksizin; mağdur edilene, hakkı gasp edilene hakkının verilmesidir adalet.

Materyalist sistemin hâkim olduğu günümüzde maalesef güçlü olan haklı muamelesi görmekte.

 

Güç nedir?.. Güçlü kimdir?

Güç göstergesi bazen para, bazen silah, bazen makam, bazen hukuktur!… Neticede kuvvet; güçtür.

Kuvvetli olan güçlü ve haklıdır!.. Haksız da olsa haklı gösterilir!

Zayıf olan güçsüz ve haksızdır… Haklı da olsa haksız gösterilir.

 

Mesela işveren sıfatıyla işçiyi ezen işverenler olduğu gibi, hukukun iyi niyetle konulmuş hükümlerini istismar ederek “mevzuat gücüyle” işvereni ezen işçiler de yok değildir.

Öyle bir devir ki gücü elinde bulunduran muhatabını eziyor... Muhatabın kim olduğu önemli değil.

 

Peki, işverenin işveren sıfatını kullanarak işçiyi ezmesi; kabul edilemeyen bir haksızlık ve zulümdür de, işçinin kanun gücünü kullanarak işvereni ezmesi, mağdur etmesi haksızlık ve zulüm değil midir?

 

Kanun gücünün kullanılarak işverenin hakkının gasp edilmesine bugün seyirci kalanlar, başkalarının kendilerine yaptığı haksızlığı yarın hangi yüzle eleştirecekler?

 

Gasp, gasptır… Haksızlık, haksızlıktır… Kim yaparsa yapsın; ister işveren, ister işçi, ister devlet.

Haksızlığa, hırsızlığa, hak gaspına müdahale edilmez ve sessiz kalınırsa, o fiil meşrulaşır.

 

“İş kazası” değil, “işçi kazası”…

Bir meslektaşım yaşadığı bir sıkıntıyı benimle paylaştı… “Bu mes’eleyi bir yazı mevzuu yapabilirseniz, ola ki alınacak tedbirlerle benim yaşadıklarımı başkalarının yaşamasına engel olunur da hayra vesile oluruz” dedi. Hadise bir şahısla alakalı özel gibi görülse de, muhtevası ve neticesi geniş kesimi ilgilendirmektedir.

 

Anlatılan hadisenin özeti: Muhasebe bürosunda çalışan bir işçi, vasıfsız eleman olarak girdiği işyerinden edindiği tecrübelerle usta eleman olarak kendi isteği ile ayrılıyor.

İşten ayrılış sebebi; başka bir işyerinde çalışmak.

İşten ayrılış tarihi; Aralık ayı!.. Bu tarih muhasebe büroları için önemli… Meslek mensupları ve vergi mükellefleri bu tarihin ehemmiyetini daha iyi bilirler… Ki yılsonu hesaplarının kapatılıp yıllık beyannamelerin hazırlandığı ay!

Yani işçi 7 yıl çalıştığı, meslek öğrendiği işyerinden yılsonu kayıtlarını tamamlamadan, son beyannameleri hazırlamadan, işverenin ve mükelleflerin mağduriyetine aldırış etmeden işyerini terk ediyor…

İşçi, kendi isteğiyle işten ayrılmasına rağmen “işveren beni işten çıkarttı” diyerek dava açıyor ve davayı kazanıyor! İşveren tazminat ödemeye mahkûm ediliyor.

İşte tipik bir iş kazısı… Pardon, iş değil, işçi kazası!

İş kazası denilince ilk planda, işçinin rencide olduğu, mağdur edildiği bir kaza akla gelir.

Bu hadise de ise, işçinin sebebiyet verdiği ve işverenin mağdur olduğu bir “işçi kazası” görülüyor.

 

Bu mes’eleyi yazı mevzuu yapmamızın sebebi, yargı kararını tartışmak değil…

Böyle bir hadisede böyle bir yargı kararını varsın hukukçular tartışsın!..

Bu yargı kararını, böyle bir karara zemin hazırlayan; Adalet Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı yetkilileri düşünsün!

Dahası, yıllardır benzer kararlarla üyelerinin mağduriyetine sessiz kalan Ticaret ve Esnaf Odaları, Meslek Odaları tartışsın!

 

Biz, mes’elenin ahlaki ve manevi sorumluluk yönüne dikkat çekelim istedik…

Sorgulanması ve sorulması gereken hususlar:

* Tazminat hakkı olmadığını bildiği halde kanun boşluğundan yararlanarak dava açma cesaretini gösterebilen bir işçi, davayı kazanıp kazanmaması önemli değil, acaba yarın daha nelere teşebbüs etmez?

* Bir işçinin çalıştığı işyerinde, yaptığı işi yarıda bırakıp işini ve işyerini terk etmesi, acaba yarın çalışacağı diğer işyerinde de işini yarıda bırakıp gideceğine delil sayılmaz mı?

* Bir kişinin bile bile bir harama göz yumması, yarın başka haramlara da göz yumacağına işaret sayılmaz mı?

* Bir üyenin mağduriyetine sahip çıkmayan, onun hakkını savunmayan ticaret ve meslek odaları, yarın başka üyeleri haksız bir muameleye uğradıklarında nasıl seslerini çıkartacaklar?

* Hileli mal üreten ve satan sahtekâr firmaların kamuoyuna açıklanmasını destekleyenler, işçisini aldatan işverenlerin, işverenini aldatan işçilerin ifşa edilmesini niçin savunmazlar?

* Hak olmayan bir ücret ve hileli bir tazminat; velev ki yargı kararı bile olsa helal midir?

* Gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan verilen yargı kararları ve/veya zamanında yapılmayan veya eksik yapılan hukuki düzenlemelerle vatandaşlar mağdur edilirse, yetkililer bu mağduriyetlerin sorumluluğunu nasıl üstleneceklerdir?

* Bir şahıs meslek öğrenmek için kurslara devam eder ücret öder… Bir spor kulübü yetiştirdiği futbolcunun transferinden para kazanır… Lakin bir işçi meslek öğrendiği işyerine ücret ödemediği gibi servet kazanarak ayrılır!

* Bir işyerine ve işverene zarar vererek ayrılan, helal ve haram mefhumu gözetmeyen bir işçi, yeni işyerinde adeta “canlı bir bomba” gibidir. O işyerine nasıl ve ne zaman zarar vereceği pek bilinmez!

 

Haksız tazminat helal midir?

Yazıyı hazırlamadan önce ilgililerin ve yetkililerin dikkatini çekmek için Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’na bu mes’elenin dinî hükmünü sordum…

İşte Din İşleri Yüksek Kurulu’nun cevabı:

- Anlattığınız gibi bir durumda işçinin aldığı tazminat helal olmaz. Zira Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala; “Aranızda mallarınızı haksız sebeplerle ve batıl yollarla yemeyin.” (Bakara, 2/188; Nisa, 4/29) buyurmaktadır.

- Bir avukatın haklı olduğuna inanmadığı bir şahsın davasını savunması caiz değildir. Müvekkilinin haksız olduğunu bile bile onu savunursa aldığı avukatlık ücreti helal olmaz.

- İslam hukukuna göre hâkimler delillere bakarak ve tarafları dinleyerek hüküm vermekle mükelleftirler. Ancak hâkimlerin her zaman olayların içyüzünü bilme imkân ve ihtimalleri yoktur. Hatta bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.), "Siz bana davacı-davalı olarak gelirsiniz. Olur ki, bazınız davasını daha güzel anlatır. Bende onun lehine hüküm veririm. Kime bu şekilde kardeşinin hakkından verirsem bilsin ki, ona ateşten bir parça vermiş olurum” (Buhari, Şehadat, 27) buyurarak hâkimin de bir insan olduğuna ve delillere bakarak hüküm verdiğine ve olayın hakikatine her zaman vakıf olamayacağına vurgu yapmıştır.

Bununla birlikte bir kimsenin haksız olduğunu bile bile lehte karar veren hâkimlerin manevi sorumluluğu bulunmaktadır.”

 

Netice-i kelam…

* Güçlünün haklı olduğu değil, kim olursa olsun, sıfatı ne olursa olsun; haklının güçlü olduğu hukuki düzenlemeler yapılmalıdır.

 

* Ticaret ve meslek odaları, maruz kaldıkları haksız uygulamalarda üyelerine sahip çıkmalı ve destek vermelidir.

* Meslek öğreten, eleman yetiştiren işyerleri ve işverenleri teşvik edici ve koruyucu hukuki düzenlemeler yapılmalı, ticaret ve meslek odaları bu düzenlemelerin takipçisi ve savunucusu olmalıdır.

 

* Belirli sayıda işçi çalıştıran işyerlerinde; avukat ve doktor istihdamı mecburiyeti gibi din görevlisi bulundurma mecburiyeti de getirilmelidir.

* Diyanet İşleri Başkanlığı, vaaz ve hutbelerinde işçi-işveren münasebetlerine, hak ihlallerine daha fazla yer vermelidir.

 

* Manevi eğitimin olmadığı veya eksik olduğu yerlerde huzur olmaz… İhtilaflar olduktan sonra çözüm arama yerine, ihtilafların oluşumunu önleyici tedbirler alınmalıdır.

* İşyerlerinde yapılan hak ihlalleri, ister işçi ister işveren tarafından yapılmış olsun, hileli mal üreten ve satanlar gibi ifşa edilmelidir.

 

* Bir işyerinden kendi isteğiyle ayrılmış işçileri istihdam edecek yeni işyerleri, gelecekte başları ağrımaması için önceki işyerinden görüş (muvafakat name) istemelidir.

 

“Muhasebecilere hıyanet etmeye meydan verme; üzerlerine bir murakıp dik. Baktın ki, muhasebeci ile murakıp uyuştular, hemen ikisini de azlet.” (Şeyh Sâdî Şîrazî)

Önceki ve Sonraki Yazılar