Ahmed ÇITLAKOĞLU

Ahmed ÇITLAKOĞLU

Neyi, Nerede Kaybettik?

 Kaybettiğimiz, ya da çalınan değerlerimizin ne kadar farkındayız?

Kişi, ihtiyacı olan şeyin peşine koşar…

Kişi, neyi kaybettiğini, nerede kaybettiğini biliyorsa; arayacağı şeyi de bilir, arayacağı yeri de!

 

Bugün, sanki neyi kaybettiğimizin farkında değiliz!..

Kaybettiğimizi bilemeyince de arama ihtiyacı hissetmiyoruz…

Dahası, kaybettiğimizin farkına varırsak arayacağımızı bilenler, bizlere düşünme fırsatı da vermiyorlar… Bizleri mâlâyânî (boş ve faydasız) şeylerle oyalıyorlar.

İşte tv programları… En fazla reyting getiren, seyirci toplayan programlar eğlence ve spor programları!

 

***

Maddî zenginlik manevî fakirliği doğurdu!..

Ülke ve millet olarak zenginleştik. Milli gelirimiz ve okur-yazarımızın sayısı arttı. Herkesin refah seviyesi yükseldi. 70-80 metrekarelik evlerden 150-200 metrekarelik evlerde oturur olduk. Hemen hemen her hanenin önüne en az bir otomobil çekilir oldu.

 

Amma huzurumuz yok oldu... Kardeşlik bağları koptu. Aramızda sevgi ve saygı kalmadı.

Madde manaya hâkim oldu. Maddi değerler gelişirken, manevi değerler erimeye yüz tuttu.

Aşırı madde, dengeleri bozdu.

Evlenen çiftlere söylenen “bir yastıkta kocasın sözü” tarih oldu.

Uyuşturucu kullananlar arasında en fazla ünlülerin ve zengin aile çocuklarının isimleri söylenir oldu.

Demek ki aşırı madde huzur vermedi. Aksine huzuru aldı.

 

***

Bu hale nasıl geldik?..

Hemen hemen herkesin şikâyetçi olduğu içinde bulunduğumuz bu durum eğitim sistemimizle alakalıdır.

151 bine yakın öğretim görevlisi, 921 bin civarında öğretmen, 120 bin civarında din görevlisi ile güçlü bir eğitim ordusuna sahibiz.

Eğitimin problemlerinden bahsedilirken, genelde hep eğitimcilerin sosyal hakları, ücretleri gündeme gelir. Ama nedense verilen eğitimin seviyesi, kalitesi pek tartışılmaz.

 

***

Okuma!.. İp atla, top oyna!..

İlk değer kaybımız daha ilkokul sıralarında başladı…

Değer kaybından önce, değerlerimizin bilinmesi ve sahip olunması engellendi.

 

Okusun ve eğitilsin diye okula gönderilen çocuklarımız yıllarca “ip atla, top oyna” diye oyalandı.

İslam “ikra” (oku!) derken, daha sınıfa ilk adımını atar atmaz evlatlarımızın eline  “Okuma(!) Kitabı” tutuşturdu… Çocuğun hafızasında yer eden ilk kelime; “okuma!” oldu.

 

Çocuk üniversiteye gönderilirken, en iyi eğitimi alacağı bölüm değil, mezun olunca en çok para kazanabileceği meslek bölümü tercih edildi.

 

Ebeveynler evladını okula verirken, “çocuğumuz okulunu bitirsin de nasıl bitirirse bitirsin” dediler…

İş yeri ararken; “Bir iş sahibi olsun da nasıl iş olursa olsun”, “Yeter ki kazansın. Kazansın da nasıl kazanırsa kazansın” açgözlülüğü ile hareket ettiler.

Kazancın helal veya haram olup olmadığı ve yapılacak işin meşru veya gayri meşru olup olmadığının araştırılma ihtiyacı hissedilmedi.

 

Çocuk okullar bitirdi, diplomalar sahibi oldu, ama meslek sahibi olamadı. Çünkü okulda mesleki eğitim alamadı, sadece diploma aldı.

Avukat olmak, muhasebeci olmak, mühendis olmak için okul sonrası tecrübeli bir meslek mensubu yanında ayrıca staj görmek zorunda bırakıldı.

 

“En iyi muhasebeci” sıfatı; en fazla vergi kaçırabilen, kanun boşluklarını mükellef lehine en iyi kullanabilen muhasebecilere layık görüldü.

Mükellefine olması gereken vergiyi hesaplayan ve ödettiren muhasebeciye, “o bu işi bilmiyor, o bu işten anlamıyor” denildi.

Haklının hakkını savunan ve arayan değil, haksızın haksızlığını haklı gösterebilen avukat el üstünde tutulur oldu.

 

Helal ve haram, saygı ve sevgi mefhumları, ahlakî değerler yeterince anlatılmadı ve öğretilmedi…

Neticede işçi veya işveren, memur veya amir olunca; herkes muhatabına şahsi menfaati doğrultusunda yaklaşır oldu.

Hatta evlat anne ve babasına dahi onlardan istifade ettiği, menfaatlendiği sürece saygılı davrandı…

Meslek ve iş sahibi olunca, para kazanmaya başlayınca, anne ve babanın desteğine ihtiyacının kalmadığını gören evlatlar; onlardan uzaklaşmayı, ayrı evlerde ve ayrı yerlerde yaşamayı tercih ettiler.

 

Küçükken ebeveynlerinin, özellikle annelerinin kendilerini nasıl büyüttüğünü, onların sıkıntılarına nasıl katlandıklarını hatırlamak dahi istemediler…

Kızlarımız ancak anne olunca, çocuklarının bakım ve eğitim sıkıntılarını gördüklerinde annelerinin kıymetini anlar oldular.

***

Yargıda, sağlıkta, maliyede, ailede, işyerinde ve her nerede bir problem var ise, doğrudan eğitim ile alakalıdır.

 Avukatlar en fazla vergi veren rekortmenler arasında yer alıyor, Mahkemelerde dava dosyaları çok kabarıksa; demek ki kişiler arasında ihtilaflar ve anlaşmazlıklar çok!

 

Sağlık yatırımlarına bütçeden çok fazla pay ayrılıyor, (özel ve resmi) hastanelerin ve eczanelerin sayısı artıyorsa; demek ki hastaların sayısı artıyor…

 

Hastalarımıza hasta olduktan sonra vereceğimiz sağlık hizmetlerini, hasta olmamaları için yapacak olsa, hem maliyet düşecek hem daha sağlıklı bir toplum olunacak…

Lakin buna fırsat verilmez ve müsaade edilmez!

Önleyici tedbirler alınır da, hastalıklar azalırsa, bu ilaç sektörünü, hastane araç-gereç sektörü nereden, nasıl kazanacak?!.. Bataklıklar kurutulursa, sivri sinek ilaç sektörü nasıl ayakta duracaktır?!

 

Nasıl ki silah sektörünü ellerinde bulunduran emperyalist devletler, silah fabrikalarının kapanmaması için; geri kalmış, gelişmekte olan ülkelerdeki kardeş kavgalarını önlemiyor, aksine tahrik ediyorlarsa…

İlaç sektörünü elinde bulunduran zalim, emperyalist güçler de hastalıkları önleyici tedbirlerin alınmasına tahammül edemeyecekleri gibi aksine hastalıkların yayılması için her türlü tuzağı hazırlayacaklardır.

 

Çözüm:

Öncelikle kaybettiğimiz değerlerimiz bilinmeli… Sonra, kaybettiğimiz yer ve nasıl kaybettiğimiz hatırlanmalı!

Bugün itibariyle hamd olsun, kaybedilen değerlerimizi ihya etmeye amade bir iktidar ve idarecilerimiz var… Yeter ki halk olarak, millet olarak talep edelim!

 

“Para her şeyi yapar diyen adam para için her şeyi yapan adamdır” (Benjamin Franklin)

 

Vesselam…

14 Kasım 2016 / 11 Safer 1438

Önceki ve Sonraki Yazılar