Sistem Başkanlığı Zorluyor

 Saltanatın kaldırılmasına ilişkin meclis komisyonlarında hararetli tartışmalar yaşanırken ve daha çok kaldırılmaması yönünde eğilim varken Mustafa Kemal’in komisyonlara gelip: “Efendiler! Türk milleti hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir” şeklinde ikazı neticesinde saltanat kaldırılmıştır.
Tarih derslerinde Hilafetin kaldırılmasına dair sebepler sıralanırken başat etken olarak çift başlılık olarak vurgulandığını da biliriz. Bunları başta not edelim.
Cumhuriyet tarihimiz içerisinde Celal Bayar’ın cumhurbaşkanlığı dönemine kadar ülke idaresinde baş aktör cumhurbaşkanlarıydı. Başbakanlar, namı diğer başvekiller daha çok kabine koordinatörü gibiydiler. Adnan Menderes’in baskın liderliği ile iktidar başbakanların gölgesinde şekillenmeye başladı. Çok partili hayatın halk tabanı üzerinde popülerliğinin artması ve cumhurbaşkanlarının halk dışı otoriteler tarafından belirlenmesi gibi sebepler başbakanlığı iktidarın sembolü olarak pekiştirdi.
Gerçi siyaset içerisinde halk desteği görmüş başbakanlar daha sonra cumhurbaşkanı olduklarında eski iktidarlarını sürdürmek istemişler, hatta başkanlık sistemini arzu etmişler ama ülkenin siyasi kırılgan yapısı her defasında ciddi krizlere duçar olmuştur. İstenen netice alınamamıştır.
 Şimdi bütün bunları aklımızda tutarak bugüne bakalım…
Sondan geriye doğru gidelim. Davutoğlu’nun kongreyi adres göstermesini Erdoğan ile aralarında şahsi bir mesele olarak değerlendirmek hata olur. Aynı dünya görüşüne sahip, aynı geleneklerden gelen benzerlikleri farklılıklarından çok olan iki lideri yol ayrımına getiren şey sistemin ta kendisidir. Çift başlı sistem tekerleği bloke ediyor.
Davutoğlu, fikir ve aksiyon insanı bir karakterde. Liderliği Erdoğan ile kıyaslanamaz olsa da görevine inançla sarılan kendi kararlarını alabilen hem duygusal hem de akılcı bir şahsiyet. 
Erdoğan ise cumhurbaşkanlığını asla istirahatgâh olarak görmeyen, anayasal yetkilerini kullanmakta cüretkâr, yorgunluğunu yeni yorgunluklarla dindiren sıra dışı bir lider. Kaderin tecellisi ile aleyhine kurulan kumpas onun halk tarafından seçilen ilk milli cumhurbaşkanı olmasını da ayrı bir durum.
Sorunun merkezinde aksiyonu siyaset anlayışı olarak benimsemiş iki liderin aynı mecrada yol alması. Çoğu zaman bu iki lider birbirini izlese de aynı alanda olmanın doğallığı gereği zaman zaman karşı karşıya geldikleri de oluyordu. Ki Davutoğlu’nun gayesi bu konuda Erdoğan ile yarışmak da değildi. Makamın gereklerini yerine getirirken karşılaştığı bir durum.
Eğer bu iki liderden biri rahatı tercih etmezse aynı dünya görüşünde olsalar dahi, kardeş olsalar dahi sistem tıkanır. Erdoğan-Gül döneminde Gül icranın içinde yer almadığı için Erdoğan başbakan olarak iktidarı temsil etmişti. Davutoğlu iktidarı temsil eden başbakanlığı teslim alınca aynı çizgiyi olabildiğince devam ettirmeye gayret etti. Fakat bu defa cumhurbaşkanı da aynı icra alanının içindeydi. 
Ve neticede sistem başkanlığı zorluyor noktasına gelindi. AK Parti’nin kongreye gidiyor oluşu bir kriz değil sürecin doğal bir sonucudur. Yeni bir doğum olarak değerlendirilebilir. Ki içsel krizler şimdiye dek kimi odakların ağızlarını sulandırsa da her defasında AK Parti’ye özgü bir suhuletle gündemi sarsmadan aşmasını bilmiştir. Önemli olan evvelen belirlenen icraatlar, politikalar ve 2016 hükümet programına konulan vaatlerden taviz verilmemesi. Bu konuda sorun çıkmazsa gelecek geçmişten daha güzel olabilir. 
AK Parti’nin kongre süreci başkanlık sisteminin millet tarafından içselleştirilmesi anlamına da geliyor. Fiili olarak yaşadığımız başkanlık süreci tıpkı Mustafa Kemal’in de zamanında işaret ettiği gibi “Bu bir oldubittidir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir” noktasına çok yakındır.
Fakat benim arzu ettiğim sistem bize özgü yarı başkanlık sistemidir. Yani eğitim, adalet, dış işler, iç işler, denetim, güvenlik gibi milli ve temsiliyet gerektiren alanlarda cumhurbaşkanlığının… Ekonomi, kalkınma, ulaştırma, tarım, sanayi, sağlık gibi içsel aktif icraatlar gerektiren alanlarda kabinenin rol oynadığı bir sistem… Fakat cumhurbaşkanı aynı zamanda kabine icraatlarının onay mercii olmaya da devam edecektir.
Böylesi bir sistem çift başlılıktan ziyade iş bölümü anlamına gelir ki her iki makam da kendi mecralarında daha seri hizmet üretme kabiliyetinde olurlar kanaatindeyim.
Davutoğlu, Erdoğan’ın başbakanlığını görerek başbakan olmuştu. Yeni başbakan kim olacak bilmem ama her kim olursa olsun Erdoğan’ın başkanlığını görerek ve bilerek başbakanlığa gelecek.
Allah’ın nusret eli üzerimizden eksik olmasın…
 
Önceki ve Sonraki Yazılar