Deli zannedilen Veli !

Ahmed ÇITLAKOĞLU

 Bir mektup…Sosyal medyada bir hayli paylaşılan ibretlik bir mektup…

Elazığ Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesinde 1965 yılında vefat eden, ismi belirtilmeyen bir deliye ait olduğu zannedilen, gerçekte bir veliye ait olması kuvvetle muhtemel bir mektup!.
 
Bu mektup; umumiyetle “Elaziz timarhânesinden bir delinin Rabbine yazdığı son mektup, bir dilekçe, bir arzuhal” başlıklarıyla paylaşılmış. 
Oysa mektuptaki ifadelerden bu mektubun, kendini akıllı zanneden görme ve anlama özürlü delilerin Tımarhâneye attığı, oldukça zeki, münevver ve âlim bir Allah dostu Veliye ait olduğu çok rahat anlaşılmasına rağmen;
Ne gariptir ki, bu yazıyı paylaşanların neredeyse tamamın da bu mektubun bir veliye değil de gerçekten bir deliye ait olduğunu zannederek paylaştıkları görülüyor. 
 
***
İşte deli zannedilen, deli diye Tımarhânede cürütülen ve ölüme terk edilen gerçek bir velinin ibretlik hikâyesi:
 
"Ben dünya küresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, El-Aziz Tımarhânesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sâkinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çâresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, âhir deminde (son zamanında), misâfiri Azrail'i beklerken, başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakimi'nin dergâh-ı ulûhiyetine (yüce katına) son arz-ı hâlimdir (dilekçemdir):
 
Ben gam (dert) deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanıyla padişah yapılmışım. Meyvalardan dağdagana (çitlenbik), çalgılardan ney ile kemana kapılmışım. Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Eichmann’ın (Hitler’in işkencesi Nazi Komutanı) fırını ve sahranan çöl fırtınasıdır.
 
Ruhum, âşık-ı Hüda Mahbub peresttir (Güzele tapandır). Lâkin aklım kaderin cilvesi ve tâlihin sillesiyle gurestir (gelgittir). Bana gelen derd ü gâmın kilosu beleştir. Nerde bir güzel varsa, bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir). Bütün yiğitler de bana hep ters ve terestir (pezevenktir). Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdestidir. Yâni, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.
 
Ol Resul-i zîşan ve Sultan-ı dücihan (büyük şan sahibi olan Allah’ın Resulü ve iki âlemin sultanı), Cenâb-ı Allah’ın insanları dünya, dünyâyı ise insanlar için yarattığını; ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını; erkekleri kadınlar, kadınları erkekler için yarattığını; Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını; cehennemi inkârcılar ve münâfıklar, inkârcıları ve münâfıkları da cehennem için yarattığını, hadisleriyle haber vermiştir.
 
 Peki acaba benim gibi meczup divâneleri (Allah aşkıyla aklını yitirmiş delileri) ne maksatla halk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin… Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin (haddini aşarsın). O, in’am etti (ihtiyacın olanı sana emanet etti),  sen küfran (nankörlük) edersin. O, ikram etti, sen inkar edersin. O, ihsan etti, sen isyan edersin. Bir de kalkıp bana deli divâne diye bühtan edersin! (ismimi karalarsın). 
 
Bu söylediklerimin hepsi rûhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevâbı gelirse, bu manevralar sona erecektir. Şimdi adresimi arz ediyorum: Kur’ân’ı geldiği yere, yine Kur’ân’ı getiren geri taşısın. Mâdem ki ahkâmı ve ahlâkı kalmadı, Kur’ân’ın kâğıdı ve yazısı neye yarasın?! Tâki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın!
 
***
Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!
 
Ey zerrelerden kürelere (atomlardan gezegenlere), yerlerden göklere bütün âlemlerin Rabbi!.. Ey cemâdî (cansızların), nebâtî, hayvânî, insânî, rûhânî ve nûrânî her şeyin ve herkesin yegâne sâhibi!… Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi!.. Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin ve yaralı yüreklerin tabibi!. Ben biçâre kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sâhipsiz bir tımarhâne delisi… Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!… Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım; aşkına sarıldım, yegâne Sen kaldın!..  Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın; gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdâna daldım! Böylece fânî ve hayâlî görüntülerden kurtarıp hakikî tecelline mazhar kıldın.
 
Haktan saparak ve haddimi aşarak, haşa Sen’den, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahman’ın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kâinatın fahri ebedîsi, âhir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levh-i Mahfuzun (Kader projesinin) tercümânı ve tebliğcisi, Efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in mahbûbiyetini mi istedim?!
 
Hanif dinin üstâdı ve nice Nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini, Hz. Musâ’nın celâdet ve cesâretini, Hz. İsa’nın ruhâniyetini mi istedim?!
 
Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömer’ül Faruk’un dirâyet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı zinnûreynin asâlet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velâyetini mi istedim?!
 
Senden mülk ü hâkimiyet, şan ü şöhret, mal ü servet mi talep ettim? Senden vücûduma sıhhat ve âfiyet, aklıma ziya ve selâmet, hayâtıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim! Çünkü Şeriat’ın iptal, tarîkatın ihmâl, hakikatın ihlâl ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezâlet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sâdece benim mesûliyet ve mahzûniyetimi ziyadeleştirecekti!
 
  
 
***
Sultanım Efendim!
Ben Sen’den sâdece Seni istedim. Pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sâhiplendiklerimi uğruna feda etmektir. 
 
Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin. Aile efrâdımı, akl-ı izânımı alıp beni hicrâna saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hâin ve hilekâr olaydım… Ya varlıklı kalıp ama zâlim ve sahtekâr olaydım… Ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım… Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkâr olaydım… Ya sağlıklı sefâlı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..
 
Derd ü belâ ki, sabredenlerin vesile-i mirâcıdır. Müminler kalbimin tâcı, mücrimler rahmetin muhtâcı, münkirler hikmetin icâbı, sâdık ve âşık ehl-i cehd adâletin ilacıdır. Velâkin bu münafık, hâin ve zâlimler ise çıbanbaşıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helâli dışında bütün kadınlar kızlar, ana-bacıdır.
 
***
Ey Rabbim Efendim!
Malum-u âliniz ve zâten yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu, ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrâfımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!.. Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım. Ama şikâyet şekâvettir; bütün bu fâni ve fena nimetlerin asıl sâhibi olan Padişahlar Padişahını buldum… Beni yoktan var ettin, îman ve hidâyet buyurup varlığından haberdâr ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin, sana sonsuz şükürler olsun!..
 
Şimdi son dileğim, beni yanına al ve bir daha huzûrundan ve sonsuz nurûndan ayırma, ne olursun! Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü zâten Zâtından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun!”
 
***
“Müminler kalbimin tâcı, mücrimler rahmetin muhtâcı, münkirler hikmetin icâbı, sâdık ve âşık ehl-i cehd adâletin ilacıdır. Velâkin bu münafık, hâin ve zâlimler ise çıbanbaşıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helâli dışında bütün kadınlar kızlar, ana-bacıdır.”
 
İbret alınması dileğiyle…
 
Vesselam…
Ahmed Çıtlakoğlu
24 Eylül 2018 / 14 Muharrem 1440