Müslüman Açılımı!..

Ahmed ÇITLAKOĞLU

 Yeni Türkiye inşa ediliyor... Yeni Türkiye inşa edilirken Eski Türkiye’nin taktığı kelepçeler kırılıyor.

Kürt ve Demokratik Açılımlarını Alevi Açılımı takip etti. Meslek liselerinde kat sayı ve devlet dairelerinde başörtüsü adaletsizliğinin kaldırılması bir nevi adı konulmamış bir açılım idi.
Açılımdan bahsedebilmek için daha önce bir kapalılığın olması gerekir. Devletin başlattığı açılım; geçmiş yıllarda devlet eliyle yapılan daraltılmaların bir neticesi oldu.
 
Günlerce kapalı bir odada havasız yaşamaya mahkûm edilmiş birilerinin temiz havaya kavuştuklarındaki yaşadıkları sevinç misali…
Yıllarca (siyasî, irkî, dinî ve mezhebî, kültürel) etnik farklılıklarından dolayı insan haklarından mahrum bırakılmış öz vatan evlatları devletin kendilerini yeniden kucaklamaya başladığı bu açılımlarla; temiz hava sevincini yaşıyorlar.
Ak Parti’nin 12 yıllık iktidar döneminde memleket ve millet hayrına yapılan her olumlu icraatı karalamayı, küçük görmeyi “başarılı muhalefet” zanneden çevreler, bu açılımlar ile gelen güzellikleri de görmüyorlar, görmek istemiyorlar veya gördükleri halde hazımsızlıklarından dolayı hafife alıyorlar.
 
Kim ne derse desin, devlet-millet kaynaşmasında önemli bir adım olan bu açılımlara yenileri eklenmelidir…
Öncelikle genelde Müslüman Açılımı, özelde Tasavvuf Açılımı ele alınmalıdır.
 
Müslümanların kardeş olduğu, kardeş gibi hareket etmesi gerektiğiyle alakalı Allah ve Resulü’nün emir ve tavsiyelerini bilmeyen veya duymayan Müslüman hemen hemen yok gibidir. 
Ne acıdır ki Allah Teâlâ’nın “Mü'minler, muhakkak ki, kardeşlerdir. Artık kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz ve Allah'tan korkunuz, tâ ki siz rahmete nâil olasınız.” (Hucurat 10.) ve sair emirlerinin, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, onu terk ve ihmal etmez.” “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.” ve bu mevzuu ile alakalı sair hadislerinin ders olarak okutulup anlatıldığı mekân ve meclislerde de arzu edilen kardeşliğin tesis edildiğini görmeyi beklerken fitne tohumlarının ekildiğini görmek maalesef üzüntü vericidir.
 
Bir Müslüman ailede aynı anne babadan doğma kardeşler arasındaki ihtilaflar vaka-i adiyeden sayılmakta… Bir Camide aynı safta namaz kılan Müslümanlar, bir tarikat müessesinde aynı şeyhin etrafında halka olmuş müridler, bir siyasî partide aynı rozeti taşıyan partililer; kardeşliğe hasretler!
 
Müslümanlar kardeşlerinin kusurlarını örtmekle vazifeli olduklarını unutup, kusurlarını ifşa etmekle yarışır hale geldiler. 
Bu hastalık halk arasında olsa, yeterli İslamî bilgi sahibi olmadıkları için denilir, bir derece mazur görülebilir… Lakin bu marazlık İslamî sahada kendilerini konuşmaya yetkili gören, söz sahibi olan, (cübbeli cübbesiz, sakallı sakalsız, ilahiyatçı medreseli) TV bülbülleri hoca efendiler, hatipler, yazarlar arasında olursa kime ne söylenebilir?!..
 
Sorumluluk taşıyan siyasî parti yetkilileri, partilileri eleştirecekleri zaman (partilerine ve partililere zarar verebilir endişesiyle) kamuoyu (basın) önünde tartışmaktan kaçınırlarken…
Binlerce sevenleri ve dinleyicileri bulunan hoca efendiler birbirlerine karşı itikadî açıdan tekfire varan eleştirileri (İslamî değerlere ve Müslümanlara zararı dokunabileceğini hesaba katmadan) kamuoyu önünde tartışmaktan nedense kaçınmazlar!
Bir siyasetçinin gösterdiği hassasiyeti acaba İslam âlimler(!) niçin göstermezler veya gösteremezler?
 
Eleştiriyi yapan ve muhatap olan hoca efendilerin binlerce dinleyicisi ve seveni var. 
Her grup kendi liderinin en iyi lider olduğuna inanır… Her mürid kendi şeyhinin mürşid-i kâmil olduğuna inanır!
Eleştirilerde kim haklı kim haksız, kim doğru söylüyor kim yanlış yapıyor; buna kim ve nasıl karar verecek?
 
Bir gün birileri çıkıp da, yıllardır tanıdığı, sohbetlerine katıldığı, dinlediği, inandığı liderin ve şeyhin aleyhinde konuşacak olsa, bu hatibi dinleyenler kime inanır?.. Aleyhte konuşan hocaya hak veren mi çok olur, yoksa buğz eden mi? Bu gibi mes’elelerde kimler suçlu görülür? 
Devletin ve ilgili kurumların bu sahada, vatandaşı bilgilendirme hususunda bir sorumluluğu yok mudur?
 
Bir doktorlar bir meslektaşını eleştirse… Eleştirirken bilinen sağlıklı tıbbî bilgileri şüpheye düşürecek, vatandaşları sağlık sahasında yanlış uygulamalara sevk edecek bilgiler aktarsa, Tabipler Birliği ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri bu tartışmaya müdahale etmezler mi?
 
İnsan sağlığını tehdit eden bozuk gıda maddeleri (merdiven altında değil) aleni satılsa, Tarım Bakanlığı ve sair yetkililer bu satışa müdahale etmezler mi? 
 
Peki, Müslümanların itikadî ve amelî bilgilerini ifsat eden, şüpheye düşüren bozuk fikirler TV ekranlarında, radyolarda, gazete köşelerinde (sansürsüz ve müdahalesiz) yayınlanır da bunlara müdahale eden bir yetkili çıkmazsa, bunun sorumlusu kimler olacaktır?
Bu gibi sakat ve bozuk fikirlerin kusurlu sağlık bilgileri ve bozuk gıda ürünleri kadar önemli ve Müslümanlar açısından mahzuru yok mudur?
 
Müslümanların istismarına fırsat verilmemeli…
Suya hasret bırakılmış insanın bir su birikintisi gördüğünde “temiz mi, kirli mi” ayırımı yapmadan suya saldırması misali, dinî ve manevî bilgilerden mahrum bırakılmış, fıtraten İslam’a meyilli insanımız; kendisine ilk kim el uzatmışsa, uzatılan eli tutma ihtiyacı hisseder…
Bu uzatılan el; bazen sahte bir şeyh, bazen hitabeti çok güzel bir hatip olabilir.
 
Geçmiş yıllarda sahte şeyh Ali Kalkancı ve bazı cemaat lideri hocaların etrafında manevî arayış içinde olanlara “Allah sizlere iyiyi kötüyü ayırt edesiniz diye akıl vermiş, niçin aklınızı kullanarak şeyhin, liderin sahtesini hakikisini ayırt etmiyorsunuz” diye kusur bulunurken, “sahte şeyh, cemaat önderleri ve hocaların saf ve temiz insanlarımızı aldatmasına müsamaha gösteren devlet yetkililerin hiç kusuru yok mudur” diyeceğiz? 
Kimin sahte kimin dürüst olduğuna devlet yardımcı olmalıdır.
 
Çözüm…
Müslümanlar arasında gerçek kardeşlik tesis edilmediği sürece, ister ailede, ister bir müessesede, ister bir partide, isterse Türkiye’de gerçek huzurun sağlanması ve kalıcı olması mümkün değildir.
 
Müslümanlar açısından önemli bir dert ve problem olan bu mes’elenen halli için, otorite kabul edilen (gerekirse ülke dışından takviyeli) İslam âlimlerinden müteşekkil idari ve mali özerkliğe sahip, verdiği fetvalar ve kararlar bağlayıcı olacak bir üst kurul oluşturulmalıdır.
 
Bu üst kurul (makam); RTÜK misali, bütün dinî yayın ve konuşmaları takip ve disipline eden, hatta gerektiğinde devlet ve hükümet yetkililerinin de ifadelerine itiraz edebilecek bir statü kazanmalıdır. 
 
“Bâr Olma Yâr Ol!.. (Sıklet Olma, Dost Ol!)”
 “Bu zamanda hakiki kardeşlikler azaldı. Nerede o, Allah için yapılan kardeşlikler?..” sualine Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin cevabı:“Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi bulamazsın. Ama kendisine Allah için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allah rızâsı için katlanacağın bir kardeşlik istiyorsan, böyleleri pek çoktur.” 
 
Vesselam…
05 Ocak 2015 / 14 Rebîulevvel 1436