BİR TEZKERE HİKAYESİ

Ceyhun KALENDER

Oğul Bush dönemi… ABD’nin Irak’ı işgal etme planını hayata geçirmek istediği yıllar. Gerekçesi ise, 11 Eylül 2001 tarihinde kaçırdıkları uçaklarla  Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a intihar saldırısını gerçekleştiren el-Kaideli 19 hava korsanının Saddam hükümetiyle sözde ilişkili olmalarıydı. Ayrıca Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yalanı da bir başka bahaneydi.
Amerikan istihbaratı bu işgalde, Irak içinde kullanılacak yerel güçlere önem veriyordu. Bu yüzden Irak'ın kuzeyindeki Peşmerge'yi işgalin kuzey cephesini hazırlamak için organize ettiler. Bölgedeki yerel güçleri kullanarak, gücü günden güne eriyen Irak ordusunu kuzeyden aşağıya doğru ittiler.
Ayrıca ABD Peşmerge güçlerini de yanına alarak Irak işgalini kuzeyden gerçekleştirmek istiyordu. Bu sebeple Türkiye’ye ihtiyacı vardı. 
Bunun için TBMM’nin onay vermesi gerekiyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kuzey Irak'a gönderilmesine; muhtemel bir askeri harekat çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup askerlerin konuşlanması, hava unsurlarının Türk hava sahasını, deniz unsurlarının Türk limanlarını, Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekiyordu.
Tezkere henüz meclise sunulmamıştı ama ABD’ ordusu Mardin Nusaybin’e yerleşmeye başlamıştı bile. Sanıyorum ABD’ye tezkerenin geçeceği yönünde bir söz verilmişti. 
Sene 2002-2003 yıllarını kapsayan dönemde ben de Mardin Kızıltepe’deydim. Her gün hem demiryolundan hem de karayolundan Nusaybin’e inanılmaz bir silah sevkiyatına tanık oluyorduk. Yanı ABD’nin Irak işgalinde kullanacağı bütün tankı, topu, füzesi, zırhlı aracı vagonlarla, tırlarla Nusaybin’e yığılmıştı. Yığınakların yapıldığı yerlerin etrafı toprakla, taşla dağ gibi çevrilmişti ve sessiz bir bekleyiş dönemine girilmişti. Ta ki TBMM’de 1 Mart Tezkeresi oylanana kadar… 
TBMM’de yapılan oylamaya 533 milletvekili katıldı, 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oyu kullanıldı. Ancak, Anayasa'nın 96. maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadı. Bu durumda tezkere meclisten geçmedi ve kibarca “Pardon!” kuzeyden giremezsiniz, dedik. Aslına bu insanlık için, Ortadoğu için, Türkiye için, Türkiye’nin prestiji için olumlu bir şeydi. Ama keşke başta pardon, biz komşu bir ülkenin topraklarını bizim ülkemizi kullanarak işgal etmenize izin veremeyiz, deseydik.
Sonra ne mi oldu? Tezkerenin reddedilmesi Amerikalılarda hayal kırıklığı yarattı. Geldikleri gibi sessizce gittiler; bunun hesabını sorarız dercesine… Aylarca yaptığı yığınakları tekrar Akdeniz’deki gemilerine götürüp Basra Körfezine taşıdılar. Irak işgali gecikmişti. Bu süreçte yaşadıkları askeri güçlükleri tamamen 1 Mart tezkeresine bağladılar.
Yöneticiler sezmiş olacak ki, bunun bedelini hep beraber öderiz, dediler.
Ödedik mi? 

Bundan sonra ABD ile ilişkilerimiz hep sorunlu oldu. Askerlerimizin başına çuval geçirildi. 4 Temmuz 2003 cuma günü ABD Kara Kuvvetleri’ne bağlı 173. Hava İndirme Tugayı askerleri, Kuzey Irak Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yaptıkları baskın sonucu 3’ü subay 8’i astsubay 11 Türk askerini esir aldı. Amerikalılar daha sonra başlarına çuval geçirip Türk yetkilileri 8 araçlık bir konvoyla yanlarında peşmergeler, Irak’ın işgalinden sonra ABD güçlerinin bölgede karargâh olarak kullandığı Kerkük Havalimanı’na götürdüler.
Savaş sonrası Peşperge ABD’nin en önemli müttefikiydi, ama Türkiye Irak konusunda masada yoktu.
Ayrıca PKK’ya silah ve para desteği artırıldı. 
Irak’a girdik, PKK kamplarını yerle bir edecektik, ABD savunma bakanlığının baskıları sonucunda geri dönmek zorunda kaldık. 
ABD uzun zamandır planladığı Fetö yapılanmasına hız verdi. Belki de 15 Temmuz darbe girişiminin aşamaları bu süreçte birer birer planlandı.
Bop belasını başımıza sardılar, arkamızda dururmuş gibi yaptılar, ancak her ortamda Türkiye’nin menfaatlerini baltaladılar, başımızı sıkıntıya soktular. 
Emperyalizmle görülecek hesabımız var. Ancak bu sadece silahla olacak iş değil elbette. Bu bir duruş, kararlılık, strateji, planlama ve ön gürü işidir aynı zamanda.
Montrö, Lozan gibi birçok konuda yıllar sonrasına ışık tutan Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği yol ve tutum bize önemli dersler vermelidir. Saygı duyulan, sözünün arkasında duran; toplumdaki bölünmüşlüğün bittiği, ekonomik, askeri, siyasi yönden güçlü bir Türkiye yaratmak hepimizin görevidir.