KAÇAK ÇAY

Ceyhun KALENDER
Askerliğimi yedek subay öğretmen olarak Kızıltepe'nin Kuyucak Köyünde yaptım. 
 
Buradaki vatandaşlarla çok samimi  ilişkilerimiz oldu. Her öğlen mutlaka bizi bir eve davet ederlerdi. Aynı şekilde onlar da okula bizimle muhabbet etmek, çay içmek için sürekli gelirlerdi.
Her konuda birbirimize alışsak da, ne biz onların çayına, ne de onlar bizim çayımıza alışabilmişti.
Çoğunlukla, kendi tabirleriyle "kaçak çay" içiyorlardı.
 
Damak tadı, elbette kimseyi suçlayamayız bu konuda.
 
Ancak bu çayın kalitesiz, katkı maddeli olduğu her hâlinden belli oluyordu. Demlenince hemen koyulaşıyor, belli bir süre sonra da suyu ve boyası birbirinden ayrılıyordu. 
 
Sonra öğrendik ki, bu şekilde Türkiye'ye giren çay 80 bin tonmuş. Yani Türkiye'de üretilen çayın yaklaşık üçte biri... Büyük bir oran...
 
O zaman böyle bir yetkim ve etkim olmadığı halde kafa yormuştum bu işe. Bu insanları, benimsedikleri damak tadından vazgeçiremeyeceğimize göre, Çaykur bu vatandaşların damak tadına göre çay üremez miydi?
 
Çaykur'daki yetkililerin böyle bir girişimi olup olmadığını hiç bilmiyorum. Olmadıysa, büyük öngörüsüzlük ve hedefsizlik...
 
Oldu da başarılamadıysalar büyük beceriksizlik...
Kısacası bu hedeflere ulaşılsaydı, üreticinin kazancı en az üçte bir artacak, ruhsatsız çaylıklar ruhsatlandırılacak, yeni çay bahçeleri oluşturulacaktı… Bölge ve dolayısıyla da ülke ekonomisi bu durumdan kazançlı çıkacaktı.
***
Yaklaşık 15 gün önce İkizdere'de çay yüklü tırın devrilmesiyle kaçak çay konusu yeniden Türkiye'nin gündemine düştü. Kimine göre kaçak,  kimine göre ithal...
Bir tır çay… Ancak bu, buz dağının görünen kısmı bile değildi.
Her halükarda büyük skandal...
 
Öncelikle bu kazada ölen tır şoförüne Allah'tan rahmet diliyorum.
Ancak burada sorulması gereken önemli sorular var. Kazadan sonra Av. Sayın Remzi Kazmaz bu soruları her ortamda yüksek sesle soruyor. Ancak soruların muhatabı birçok kurum olmasına rağmen kimseden ses çıkmıyor. Bu sessizlik, beni ve benim gibi milyonlarca üreticiyi tedirgin ediyor.
 
Şimdi bu soruları tekrar soracak olursak;
 
1- Devrilen tırdaki çaylar kaçak mı, yoksa gümrükten resmi olarak mı Türkiye'ye giriş yaptı?
2- Şu anda bu çaylar nerede? İmha mı edildi yoksa satıldı mı?
3- Bu çayı ithal eden şirketin, çay ithal etme yetkisi var mıydı?
4- Çay Rize'de hangi şirket tarafından harmanlanıp piyasaya sürülecekti?
5- Bu çayların analizleri yapıldı mı? Sağlık standartlarına uygun mu?
6- Bu çayların resmi yollardan girdiğini varsayarsak, neden yerli isimle harmanlanıp satılıyor? 
Ve daha birçok soru...
Yani bu çaylar standartlara uygunsa ve kaliteliyse neden yabancı isimle satılmıyor?  Kimse Avrupa’dan aldığı Mersedes’e Tofaş etiketini vurup satmaz.
Demek ki, gelen çay kalitesiz ve sağlıksız ki, yerli çayla harmanlanıp satılıyor. Bu tutarsızlık da birçok soru ve sorunu beraberinde getiriyor. 
 
Tabii her zamanki gibi bizim kralcılarımız yine devreye giriyor bu durumda. Sanki şirketle ortak! Gönüllü avukat!
 
Şunu diyorlar: “ Kardeşim demokratik bir ülkede yaşıyoruz. İthalât yasak mı?”
Kardeşim çay ot-saman değil ki… Kaldı ki, onlar bile ithal edilmemeli… Çay stratejik bir üründür ve bir bölgenin kaderi çaya bağlıdır. Bir diğeri, çay sadece birilerinin cebini doldurmak için ithal ediliyor. Üretim fazlası var, Çaykur’un depoları dolu.
 
Oysa bu soruyu soran benim gibi üretici, gariban... Ama durumdan vazife çıkarıyor ve bölgenin tek geçim kaynağını siyasete alet edecek kadar basit düşünüyor, her konuda olduğu gibi. Çünkü eline bir siyaset oyuncağı verilmiş; bununla oyna, hiçbir şeye karışma, soru soranlara da tepki göster, çünkü bu durum ülkenin bekası! denilmiş. 
 
Adam ülkeye kaçak çay sokuyor “beka” zarar görmüyor da, söyleyince mi zarar görüyor?
Oysa kandırılan vatandaşım şu kadarını bilse: Ülkemin bekası çaydır, topraktır, sudur, yayladır, denizdir, ormandır...
 
Velhasıl kelâm, bu konuda bilgi sahibi olanların üç maymunu oynadığı ve halk da hakkını arayamadığı sürece işimiz gerçekten çok zor.
 
Geçen gün Güneysulu bir dostum söylemişti: "Rant paylaşımında kimse kimsenin voltasını kesmek istemiyor."
 
Yani “rant” her zaman daha organize ve dayanışma içinde yol alabiliyor. Kendini korumak uğruna birçok kişi, kurum ve değeri kullanmaktan da çekinmiyor.