AŞIKLAR KIZMAZ

Muhammet MARAP

Şems-i Tebrizi’nin öğretmenliği tasviri ile başlayalım:“İlim tahsilim; müzakere şeklinde olmuştur. Hoca dediğin hem öğrencin olmalı hem öğretmenin. Dostun olmalı, sırdaşın olmalı. ‘Ben söyleyeyim, sen dinle’ dememeli. Söylemeden anlamalı. Hoca dediğin haldaş olmalı. Vaaz verir gibi konuşmamalı. Gönlüne ipotek koymamalı. Bazen hamur etmeli mayayı. Bir kelime söylemeli ki, ciltlerce kitaplardaki manayı akıtmalı. Damlada deryayı sunmalı hoca dediğin. Arayan olmalı, aranılan olmalı. Hoca dediğin adayan olmalı kendini. Ezber bozan olmalı. Ketumluğa (kısırdöngü) boğmamalı insanı.”
 Şems-i Tebrizî aslında öğrencisi olan Mevlana’yı hocam diye tanıtır ve ders ortamını şöyle anlatır: “Mevlana ile ilim sohbetimiz; kimi zaman soru-cevap, kimi zaman benim konuşup Mevlana’nın sustuğu, ya da Mevlana’nın anlatıp benim dinlediğim hasbıhal olarak geçiyordu.”
 Şems, eğitimde başarıyı aşka bağlar ve sevmeden eğitimin olamayacağını her fırsatta vurgulardı. Öğrencisini sevmeyenin öğretemeyeceğini ve hocasını sevmeyenin de öğrenemeyeceğini ısrarla tekrar ederdi.  Hatta, insan ile şeytanın arasındaki farkın aşk olduğunu anlatır, şeytanın insana ihanetinin sırrının da aşksızlıktan kaynaklandığını her zaman hatırlatırdı.
 Şems der ki; “aşkı öğretmek için önce güven, ardından yürek fırtınası estirmeniz gerekir. Ardından da sevgiyi parlatırsanız eğitemeyeceğiniz samimi insan kalmayacaktır.”
 Eğitimin aceleye gelecek bir eylem olmadığını anlatırken de şöyle der; “Toprak hızlı yağan yağmuru nasıl emmezse, yürek de yavaş, aheste ve ağırlığınca onuru olan düşünceyi sever.”
 Eğitirken yanmak gerektiğini de  vurgulayan Şems, eğitimciyi anlatırken hep yanmaktan söz eder. Yanarak başkalarını ısıtmanın eğitmek olduğunu anlatır. “Yakacak olan üşümez.” vecizesi her şeyi özetler.
 Eğitimde çevrenin rolünü vurgulayan Şems; “Bir insanı çok seviyor ve iyiliğini istiyorsanız, yârenlerini de fethetmeniz, mutlu etmeniz şarttır.”
 Öğrencilerinin fakir ve bilgisiz olduğunu söyleyenlere de çok kızar: “Zenginliğinin kalıcı olduğunu zannedenler istemesini bilmezler. İstemeyen de alamaz. Biz istemesini öğretmek için çalışırız. Öğrencilerimin bilgisizliğine gelince; onlar benden bilgili olsalardı ben onların öğrencisi olacaktım.” şeklinde eğitimciliğini izah ederdi.
 Öğrencilerin kılavuzu öğretmenlere ve öğretmenlerin kılavuzu idarecilere hatırlatmış olalım...
 Sofinin biri tarlanın kenarında zikirle meşguldur. Cübbesinin altındaki tesbihini “Allah... Allah” diyerek çekmektedir. Eteğinde birşeyler bulunan bir kız karşıdan geçmektedir. Sofi kıza seslenir:
“-Kızım nereye gidersin?”
“-Karşı tarladaki sevgilimin yanına.”
“-Eteğinde ne vardır?”
“-Elma vardır sofi. Sevgilim çalışmaktan ve sıcaktan bunalmıştır. Ferahlasın diye ona götürürüm.” 
“-Kaç tane elma vardır eteğinde?”
“-Be adam bir de sofisin. İnsan sevdiğine verdiklerini sayar mı?”
Sofi gizlice cübbesinin altındaki tesbihinin ipini koparır. Ömrünün geri kalan kısmında bir daha zikirlerini saymaz.
Eğitmek; fedakar olmaktır, kibar olmaktır, sevmektir, karşılık beklememektir, aydınlatmak için yanmaktır.
Diploma ile öğretmen olunmaz.
Öğretmenlik tahsil mesleği değil sevgi mesleğidir.
Başarısızlığın sırrını kitaplarda aramak da eğitimcinin cehaletidir.
Anlamak isteyeneler duyurulur...