ATATÜRK'E SALDIRI, MİLLET OLMA İRADESİNE SALDIRIDIR

Özkan GÜNGÖR

Aslında bu yazıyı kalem almak gibi bir düşüncem yoktu fakat son dönemlerde ülkemizde, Atatürk ve onun bıraktığı miras üzerinden kasıtlı bir ayrıştırma siyaseti yürütüldüğünü görüyoruz. Kendini “dini ve milli” olarak tanımlayan bazı çevreler, medya ve sosyal medya aracılığıyla (Akit Tv ve Abdurrahman Uzun, Halil Konakçı gibiler) Atatürk'ü, dinsiz ve milli değerlerden yoksun göstermeye yönelik sistemli bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütüyor. Özellikle 10 Kasım’daki anma törenlerinde okunan dualar, Kur’an’lar ve yapılan anmalar, bu çevrelerin hedefi haline geliyor. Onlar, Atatürk'ün kurduğu düzenle, bizim milli ve dini değerlerimizin asla bağdaşmayacağını iddia ediyor. Hatta işi, Atatürkçülüğün bir din gibi sunulduğunu söyleyecek kadar ileri götürüyorlar. Böylece Atatürk’ü milletin ortak kimliğinden koparma ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmalı hâle getirme gayreti içindeler. Burada kasıtlı olarak yapılan, laiklik ilkesinin dinsizlik olarak çarpıtılması ve Atatürk'ün dini anlayışının kasıtlı olarak saptırılmasıdır.

Peki, gerçekten Atatürk, iddia edildiği gibi toplum için ayrıştırıcı, milli ve dini unsurlarla bağdaşmayan uzak bir figür müdür? Tarihsel gerçekler ve samimi bir inceleme, bu iddianın tam aksini göstermektedir.

Aslında Atatürk, dini ve milli duyguları, Türk milletini aydınlık bir geleceğe taşıyacak iki temel unsur olarak görmüş ve her ikisine de büyük önem verdiği gözlenmiştir. Atatürk’e göre din, kişinin inanç dünyasını, maneviyatını ve ahlakını şekillendiren en önemli değerdir. Bunu, Kur'an'ı Türkçeye çevirtip halkın anlayarak okumasını sağlamakla, hatta bu önemli işi kendi cebinden ödemekle açıkça göstermiştir. Amacı, dini anlaşılmaz bir kurallar yığını olmaktan kurtarıp, onun asıl manevi ve ahlaki değerlerini halkın görmesini sağlamaktı. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurması da, dine, toplum hayatında doğru ve düzenli bir şekilde yer verilmesini istediğinin en açık kanıtıdır. Tüm bu çabalar, Atatürk'ün dini görmezden geldiği iddialarının aksine, onu siyasetin kirli çekişmelerinden arındırarak samimi bir inanç zemini üzerinde değerlendirdiğinin göstergesidir.

Millet kavramı ise, onun için vazgeçilmezdi. Fakat bu kavram, ırkçı bir temelde değil, ortak vatan, idealler ve toplumsal maneviyat etrafında birleşmiş bir siyasi topluluk olarak şekilleniyordu. "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözüyle ifade ettiği bu birlik ruhu, etnik bir ayrıcalıktan ziyade, bu ortak vatanda bir araya gelen herkesi kucaklayan bir vatandaşlık kimliği idi. Bu anlayış, milli egemenlik, tam bağımsızlık, ortak tarih şuuru ve dil birliği ile besleniyordu. Atatürk, dini ve milli değerleri, Türk milletinin karakterine uygun bir şekilde kurduğu modern, laik ve ulus-devlet yapısında hayata geçirdi. Amacı, milli birlik ve beraberliği güçlü, manevi değerlere saygılı, ancak her türlü bağnazlıktan uzak, çağdaş bir toplum yaratmaktı.

Peki, Türk toplumu Atatürk hakkında ne düşünüyor?

Toplumumuzun her kesiminde kabul gören inkâr edilemez bir gerçek var: Atatürk, bu toplumun en güçlü birleştirici unsurlarından biridir. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu O'nu içtenlikle seviyor ve derin bir saygı duyuyor. Bu sevgi, bir zorunluluk değil; bir aidiyetin, bir minnettarlığın ve bir kimlik bilincinin yansımasıdır. O’na yapılan dualar, okunan Kur'an'lar ve düzenlenen anma törenleri, tarihimizle ve kimliğimizle kurduğumuz bağın canlı tutulduğu en önemli köprülerdendir. Bu noktada kritik bir gerçeğin altını çizmek gerekir: Atatürk artık sadece bir tarihi şahsiyet değil, milletçe üzerinde uzlaştığımız canlı bir değerdir. O, bir sembol, bir kültürel miras ve ulus olma bilincimizin en somut ifadesidir. Ona yönelik saldırılar kişisel bir hakaretin ötesindedir; çünkü asıl hedef, onun temsil ettiği toplum olma duygusudur. Bu kültürel değerin işlevine yönelik her saldırı, aslında devletin işleyişine ve milletin manevi bütünlüğüne yönelik bir düşmanlıkla aynı anlama gelir.

Millet olabilmek, sadece aynı topraklarda yaşamakla olmaz. Toplumsal bellek, ortak semboller, paylaşılan değerler gerekir. Bu semboller, geçmişten geleceğe uzanan bir köprü, ortak bir dil ve bir arada yaşama iradesinin teminatıdır. İşte Atatürk, bu ortaklığın en güçlü taşıyıcısıdır. O semboller sayesinde, yüz yıl sonra bile aynı dili konuşan, aynı idealleri savunan bir topluluk olarak var olabiliriz. Dolayısıyla, Atatürk'ü anmak ve sahip çıkmak, sadece bir tarihi şahsiyeti değil, millet olma vasfımızı korumaktır. Çünkü bizi bir millet yapan, bu ortak hafızayı unutmamamızdır. Ve Atatürk, bu toplumsal hafızanın ta kendisidir.