“BİR BAŞ OL DA…”



        Yönetim ve organizasyon ihtisaslarında anlatılan yaygın bir fıkra vardır:
                Eski çağlarda insanın organları aralarından bir “baş” seçmek ve o “baş”  tarafından yönetilmek isterler. Adaylar çıkar seçimler yapılır. Beyin ile kalp finale kalır. Final yarışmasında da beyin “baş” olarak seçimi kazanır. Ancak işler ters gitmeye başlar. Artık vücut eski güzelliğin ve yaşayışını kaybetmeye başlar. Zira “ayak” seçimi protesto etmekte ve yürüme eylemini askıya almaktadır. Artık yürüyemeyen vücut ise hiçbir amacına ulaşamamaktadır. Organlar tekrar toplanarak çözüm üretmeye çalışırlar. Organların “yüksek istişare heyeti” ayakların “baş” kabul edilmesini kararlaştırırlar. Aksine, yürüyemeyen vücudun çok da anlamının kalmayacağı kabul edilir.
                Fıkra şöyle biter: “O gün, bu gündür; ayaklar ‘baş’ olarak hayatını devam ettirmiştir.”
                Bu fıkra organların değil de organizasyonun ehemmiyetini vurgulamak için anlatılır. Aslında vücudun organları birbirine hiç itiraz etmemiştir. Yaratılış kodlarında muhalefet yoktur çünkü. Bu sistemi kavrayabilen örgütler organizasyon, kavrayamayanlar ise bozulmuş organizasyon denemeleri olarak tarihe geçmektedir.
                Modern bir örgütte her parça kıymetlidir. Her birey kaçınılmaz ve olmazsa olmaz birer parçadırlar. İç işlerinde ise kimsenin kimseye itirazı yoktur. Bütün kararlar “oy çokluğu” ile değil, “oy birliği” ile alınır. Nasıl mide kollara itiraz etmiyorsa, alyuvarlar lenf düşmanı değilse, kirpikler kalp ile kavga etmiyorsa; öyle de organizasyonlarda bütünlük şarttır. Aksine ruhu çıkmış beden gibi tarumar olmak mukadder son olacaktır.
                Önder insan; güdüleyebilen insandır. Despot yöneticiler ise; güdüleyemeyeceği için, koyun güder gibi insanı güdeceğini zanneder. Güdülenmiş insana örnek olarak “Seyyid Onbaşı” yı herkes kabul eder. Güdülmüş/güdülenmeye çalışılmış insan örneğini herkes kendisi verebilir.
                Filozof öğrencilerini eğitirken; “-Arkadaşlar, her biriniz büyük bir çam ormanındaki engin çam ağacı gibi ulu varlıklarsınız” diyerek motive eder. Öğrencilerden biri çekingen edasıyla söz isteyerek der ki: “-Üstadım, benden çam ağacı olmaz. Ben ancak derenin kenarındaki ot olabilirim.” Filozof saadet tebessümüyle öğrencisine yaklaşarak; “-Bak dostum, o zaman derenin kenarındaki en diri ot sen olacaksın.” Öğrenci mutlu olur ve dersler devam eder. Yıllar sonra filozof vefat edince, o akımın önderi ot olmayı kabul eden bu öğrenci olur.
                Bunun adı: Güdülemek.
                Başsız olmaz. Herkes baş olamaz. Lakin herkesin varlığının bir anlamı vardır ve her işi de baş yapmaz. “Bir baş ol da, ne başı olursan ol” mantığını felsefe edinenler tehlikelidir. Erdemli her insan kendinin başıdır.
Kendini yenemeyen, kimseyi yenemez.
Kendini yönetemeyen, kimseyi yönetemez.
Teknolojinin ve profesyonel organizasyonların başını alıp gittiği bu günlerde, “baş” yarışında ayaklara baş eğme seansları bitmediği sürece başsızlığın kaderimiz olduğunu zannetmeye devam edeceğiz.
Başkasının işini yorumlamayı bırakarak, kendi işimizi doğru yapmanın savaşını veremediğimiz sürece böyle yazılar daha çook yazılacaktır.
Önceki ve Sonraki Yazılar