Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ

Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ

BİR BARDAK TERAVİHTE FIRTINA KOPARMAK

Yazık, yazık, yazık… Müslümanların düştüğü durum içler acısı… İlim adamlarının düştüğü durum daha da vahim… Nelerle uğraşıyoruz… Kaç Ramazandır, teravih namazı, yok fazla oruç tutuyoruz… Aslında teravih namazı veya imsak vakti konusunda insanları bilgilendirmek doğal… Ama ya bilgilendirmenin ötesine geçiliyorsa… Herhangi bir konuda ehil olan ictihad eder veya tercihlerde bulunur. Ama ya iş bir fikri kabul etmekten başka bir şeyse… Bir türlü anlamakta zorlanıyorum: Teravih namazını ele alalım. Asgari sekiz rekat, Hz. Ömer zamanında 20 rekat kılınmış, daha fazla kılmak da mümkün. Evde de kılınabilir, cemaatle de kılınabilir.. Hatta kişi hiç kılmaz sevabından mahrum olur. Buraya kadar ümmet ittifak halinde… Peki nedir o teravih namazı yoktur vaveylaları, varsa da evde kılınmalıdır dedikoduları… Din yeni mi vahyolunuyor? Bu namazı kılmak istemiyorsan kılma! Evinde kılmak istiyorsan evinde kıl? Hepsi mümkün. Ama sen böyle yapacaksın diye başkalarının ibadetiyle niye uğraşıyorsun? Başka “mümkün”leri niçin görmezden geliyorsun? Senin dediğin mutlak mı Allah aşkına? Ondan sonra “efendim, falan mezhep imamını taklid mi edeceğiz? Biz de alimiz ya!!” Ah ah! Onlar gibi olabilsek keşke! Onlar hiçbir zaman ictihad dayatmadılar, onlar hiçbir zaman kafalar karışsın diye ictihad etmediler… Onlar başkalarının ictihadına saygı gösterdiler.
 Bir diğer örnek: İmsak vakti şudur ha! Böyle olmazsa namazın boşa gider de ne demek? İctihad böyle mi yapılır? “Bana göre imsak vakti şudur” dersin olur biter. Senin görüşünü alan alır, almayan almaz. Ama başkasının namazına karışmak da ne oluyor? Seninki ictihad da öbürünün ki patlıcan mı? Böyle mi üslubu olmalı ilim adamının… İlim adamı görüşleri ya bir tez veya makaleyle ya da medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşır. Mesele biter. Herkes diyeceğini der. Dileyen istediği görüşle amel eder. Peki temcit pilavı gibi her Ramazan’da bu tartışmaları yapmak Rızay-ı İlahi için mi?! Neyin yarışı yapılıyor? Bu noktada iyi niyetli olarak bu tartışmalara katılanlar var. Tavsiyem ekranlara çıkmamaktır. Ekran insanı hallaç pamuğuna çevirir. Ekran göründüğü kadar masum değil. Orada meramınızı tam anlatamazsınız, hele karşınızda polemiği seven birileri varsa. Ekran hakikati dile getirmenin aracı değil, manipülasyon aracıdır. İlla da çıkmak gerekiyorsa şartlarını siz belirlemelisiniz. O da ne kadar mümkün Allah bilir.
İşin garip tarafı teravih yoktur, çığırtkanlığı bana dinde “yoktur”ları hatırlattı. Hani bir konu söz konusu olduğunda “efendim yoktur”. Nasıl oluyor? Kur’an’da yok çünkü. İş bu kadar basit. Kader yoktur, şefaat yoktur, kabir azabı yoktur, Hz. İsa’nın nuzulü yoktur, recim cezası yoktur vs. Çünkü bunlar Kur’an’da yoktur. Daha da ilginci yok dediklerimiz de var olmaya başlıyor. Mesela kadınlar özel hallerinde oruç tutamazlar, namaz kılamazlar. Hayır efendim, ne münasebet! Tutarlar, namazlarını da kılarlar. Kur’an okuyamazlar. Olur mu öyle şey! Allah’tan uzaklaşmasınlar. Kur’an okurlar… Ehl-i kitap cennete giremez. Girer canım! Milli piyango haramdır. Onu nerden çıkardın, bal gibi helaldir. Ama spor toto haramdır. Niye onu hazırlarken ciddi zaman harcıyorsun, israf!!! Ne oldu bize Allah aşkına! İlim adamlarımıza ne oldu? İlim adamları böyle olursa halktan bekleyeceğimiz ne olabilir ki! Meselelere böyle mi yaklaşmalıydık, metodumuz böyle mi olmalıydı?
Teravih yoktur vb. iddialarla ortalığı gürültüye boğanlar, şayet emr-i bi’l ma’ruf yapmayı amaçlıyorlarsa acaba karşılarına çıktığı sunuculara ekran önünde bir kez olsun emr-i bi’l-ma’ruf yaptılar mı? Teravih olup olmadığını veya kaç rekat olduğunu dert edinenler, bunu büyük mesele görenler acaba dekolte vb. kıyafetlerle kendisine dini soru sorulduğunda nasıl bir halet-i ruhiye içinde oluyorlar? Acaba orada emr-i bi’l-ma’rufu kendilerine dert ediniyorlar mı? Teravih gibi meseleleri kendilerine dert edinenler şu örneği çok iyi bilirler ve yeri geldiğinde tenkit için kullanırlar. Geçmişte ulema tartışıyor ve fetva arıyor. Tabii bu arada oluk oluk Müslüman kanı akıyor. Tartışma şu: Seccadeye bir sinek kanı bulaşırsa o seccadede namaz kılmak caiz midir? Ben de soruyorum: Karşınızda haram işleyen biri varsa, o haram işleyen size “efendim, teravih diye bir namaz var mı?” diye sorduğunda en azından bir kereliğine ona “böyle bir şey olur mu kardeşim: Bak önce sen şu haram işini bırak veya bana önce onu sor” demek gerekmez mi? Efendim, meydan bana ait değil diyebilirsiniz, haklı olarak. O meydanda böyle gülünç durumlara düşmekte var.
Son olarak bir bardak teravihte fırtına koparmak yerine din ilimleriyle uğraşan hepimiz gelin şu hususları tartışalım:
İslami ilimleri ne kadar ihya edebildik? Gazali kendi döneminde yaptı. Biz bu çağda onu yapabildik mi?
Bir ilimler tasnifimiz var mı? Bu tasnifte modern bilimler ve (seküler) sosyal bilimler nerede yer alıyor? Geçmişte pek çok ilim tasnifi yapıldı. Bizler ne yapıyoruz?
Biz geçmişi, kaynaklarımızı ne kadar biliyoruz? Kaynakları okuyup anlayacak seviyede miyiz? Kendi kaynaklarını anlamaktan aciz olanların bu dünyaya bir şeyler vermesi herhalde mümkün olmaz.
Geleneğimizi –ki onsuz varoluş herhalde mümkün değildir-  modern zamana tercüme edebildik mi? Modernizmin etkisi olmadan ama onu da iyice kavrayarak bunu başarabildik mi?
Buna paralel geleneği de yenileyerek yeni bir dil oluşturabildik mi? İslam’ı çağa tercüme edebildik mi? Ne yaptık bunun için? Bazı mühtedi Müslümanların çabasını hatırladığımızda doğuştan Müslüman olan ve dini ilimlerle uğraşan bizlerin durumu ne merkezdedir?
Olaylara bakış ve değerlendirmede bir metodumuz var mı? Neye göre hareket ediyoruz? Mesela usûl-i fıkıh bizim için ne anlam ifade ediyor? Yoksa usûl-i fıkıhta nedir ki mi diyoruz?
Dini ilimleri, yaşayan çağla buluşturacak bir eğitim sistemimiz var mı? İmam-Hatiplerin durumu nedir? İlahiyatlar arzu edilen seviyede eğitim veriyor mu? Bu okulların amacı nedir? Amaçlarını kim belirliyor?
İmam-Hatip ve ilahiyatların müfredatı yeterli mi? Yapısal bir dönüşüme ihtiyaç var mı? İmam-Hatip ve İlahiyatlarda hoca ve öğrenci kalitesinin artırılması için ne yapılabilir?
Gerçek anlamıyla araştırmacı yetiştirmek için  yapısal değişikliklere veya başka kurumsal yapılara ihtiyaç var mı? Şu an ki yüksek lisans ve doktora eğitimi kaliteli bir şekilde uzmanlaşmayı sağlıyor mu?
Pek çok ilahiyat açıldı. Harıl harıl yüksek lisans ve doktora başvuruları var. Lisanüstü eğitimden maksat bir an önce ilahiyatlara hoca yetiştirmek mi yoksa araştırmacı zihniyete sahip kaliteli elemanlar yetiştirmek mi?
İlahiyat hazırlık sınıflarında arzu edilen seviyede Arapça eğitimi veremiyoruz. Bunun sebepleri nelerdir? Buralardan yetişecek öğrenciler yarın doktora yapacaklar. Ancak kaynak dile hakimiyetleri zayıf. Bunun için neler yapılabilir?
İlahiyatlardaki mevcut müfredat bir İslam alimi yetiştirmeye müsait midir? Bir tefsir, bir hadis kitabı bile bitiremeyen, dahası Arapça okudukları 50 sayfayı geçmeyen bir nesilden nasıl İslam alim çıkacaktır? Maksat öğretmenlik mi, imam veya müftü yetiştirmek mi? İlim adamı yetiştirmek mi? Bu yapıyı dönüştürmeye ihtiyaç var mı?
Dini ilimlerin bir ahlak üretmesi neden mümkün olamıyor? Ahlak eğitimi için başka yapılara mı ihtiyaç var?
Batılı hayat tarzına, Batının siyasi-ekonomik hegemonyasına, çıplaklığa, yozlaşmaya, yoksulluğu, yolsuzluğa karşı hangi mücadeleyi veriyoruz? Müslümanlarla uğraştığımız kadar, küffara tebliğ ediyor muyuz? Müslümanın ibadetiyle uğraştığımız kadar ahlakıyla uğraşıyor muyuz? Teravihle uğraştığımız kadar hile, desise, yolsuzluk, hak yeme, dolandırma, yalan, gıybet ve nicesi can alıcı sorunlara tepkimiz ne?
Dini ilimlerle uğraşanlar yaşadıkları topluma ne öneriyorlar? Çevreden toplumsal sorunlara kadar katkı payı nedir? Çocuk sorunlarına ne dediler, ne yaptılar? Kadın sorunları için ne dediler, ne yaptılar? Zararlı alışkanlıklar, şiddet olayları dini ilimlerle uğraşanların gündemi oluyor mu?
Başörtüsü sorununda bile bir ilahiyatçının konuşamaması dini ilimlerle uğraşanların halini ne kadar yansıtıyor? Doğrudan bir ilahiyatçının konuşması gereken durumlarda ne kadar konuşabiliyor, ne kadar yazabiliyoruz? Yoksa nasıl olsa birileri bizim için düşünüyor ve yazıyor mu? Ya da bir şeylerden mi korkuyoruz? Yahut teravih gibi konular daha cazip ve sorunsuz mu?
Yaşadığımız siyasi ve ekonomik sistemlerle alakalı dini ilimlerle uğraşanların bir önerisi var mı? Yoksa bu sistemlerin hepsi meşru mu? Laiklik, demokrasi, kapitalizm, liberalizm, küreselleşme vs. Ali Bulaç ve Hayrettin Karaman da olmasa kimse bu konularda yazmayacak mı?
Dini ilimlerle uğraşanların evrensel dini değerlerin kurumlaşmasında rolleri var mıdır? Bu konuda en azından fikir üretebiliyorlar mı?
Hem İslam’ı hem Amerikasıyla Avrupasıyla Batı’yı bilen kaç araştırmacımız, ilim adamımız var? Batı’ya kendi diliyle İslam’ı anlatacak kaç kişimiz var? Kaç doktora tezimiz Batı’da etki yarattı? Haberleri yok ki, derseniz bunu için bir şeyler yapmak gerekmez mi?
Batıdaki İslam araştırmalarıyla İslam dünyasını hiç karşılaştırdık mı? Onlar neden bizden fazla çalışıyorlar? Biz neden kendimizi sırf ilme, bilgi üretmeye, ardından fikir üretmeye adayamadık?
Dünyada Müslümanlar kan ağlıyor. Ayrıca dini fikirler açısından da karmakarışık. İslam dünyası birbirinden kopuk. Gerçi devasa bir mesele… Ama bunun için bir şeyler diyebildik mi, yazabildik mi, yapabildik mi? En azından yapanları teşvik edebildik mi?
Ve son ama daha da güncel bir soru: Suud kralı Abdullah diyor ki: “Mısırda nefret yanlışlarınca istikrar hedef alındı. Suud teröre karşı savaşında Mısır’ın yanındadır. Olaylara dışarıdan müdahale edenler bilmelidir ki; fitne ateşini körüklemektedirler ve teröre destek olmaktadırlar”. Meselenin devletler arası ilişkiler boyutunu elbette biliyorum. Fakat sorum şu: Müslüman alimler bir araya gelse Suud’a ders olması için “bu şartlar altında hacca gitmek doğru değildir” deseler böyle bir fetva caiz midir değil midir?
Belki bütün bunlar için “biz ilahiyatçıları kim dinler ki!” diye akla gelebilir. Belki bir dönem öyleydi. Ama bu yine de bahane olmamalıydı. Şimdi hiç bahane değil. Düşünmek, üretmek durumundayız. Biz ilahiyatçılar bazen toplumun gerisinde kalabiliyoruz. Misal hoş değil, ama aynen darbeciler gibi. Onlar da yaşadıkları çağın ruhunu kavrayamayınca 50 sene önceden takip ediyorlar. Biz dini ilimlerle uğraşanlar bazen bin sene önceden takip ediyoruz? Zamanın ruhunu yakalamak, toplumun önünde olmak ve sahih bir rehberlik yapmak durumunda değil miyiz?
Yoksa bütün bunlar teravihin var olup olmadığı sorusundan daha mı önemsiz?! Ya da ne diyelim: Birileri de bunlarla uğraşsın… Ancak şunu ifadeyim: Günümüzde sorunlar devasa. Birey olarak altlarından kalkmak mümkün değil. Ekip ve takım çalışmalarına ve bu yolda kurumsallaşmaya şiddetle ihtiyaç vardır.
Önceki ve Sonraki Yazılar