Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ
İLAHİYAT MÜFREDATINDA DİKKAT ÇEKEN HUSUSLAR
Bir önceki yazımızda ilahiyat müfredatıyla ilgili ilk değerlendirmelerimizi yapmıştık. Bu yazımızda değerlendirmelere devam etmek istiyoruz:
1. Önceki yazımda Kelam ve mezheplerin 11 saatten 8 saate; felsefe derslerinin toplamda üç saat düşürüldüğünü ifade etmiş, bilgi eksikliğinden dolayı düzeltme yapmıştım. Buna göre Kelam ve mezhepler 14 saatten 8’e; felsefe dersleri de toplamda 9 saat indirilmiştir. Hal böyle olunca burada ciddi bir sorun var demektir.
2. Öncelikle şunu ifade edeyim ki, basında yer alan iddialara göre YÖK’ün tasarrufunda bir husus önplana çıkıyor. Buna göre YÖK ilahiyatlardan felsefe derslerini tamamen kaldırmak istiyor. Bununla ilgili olarak “felsefe dersleri ilahiyatçının kafasını karıştırıyor” gibi bir düşüncenin en azından bazı YÖK üyelerinde olduğu ifade ediliyor. Ayrıca Din Felsefesi dersi kalkacaktı da son anda müfredata eklendi şeklinde bir düşünce de piyasada dolaşıyor. Bütün bunlar da ister istemez felsefe dersleri kaldırılacak imajını besliyor. Bir kere YÖK üyeleri şayet böyle düşünmüyorlarsa bu zandan kurtulmak için açıklama yapmaları gerekiyor. Yok böyle düşünüyorlarsa işimiz gerçekten vahim. Planlayıcıların ilahiyat eğitimini medrese eğitiminin gerisine götürmesi düşündürücü ve kabul edilecek gibi değildir.
Diğer taraftan bazı köşe yazarları felsefe derslerinin tümden kaldırılacağına dayanarak ilahiyatlarda selefi yaklaşımın neşvu nema bulacağını ifade ediyorlar. Bu gerçekten doğru bir tespittir. Selefilik müslümanlığın katı yorumudur, daha doğrusu yorum istemeyen katılığıdır. Bu açılardan da YÖK üyeleri zan altındadır. Dolayısıyla felsefe derslerini zamanla tümden kaldırmak gibi bir programlarının olmadığını kamuoyuna açıklamaları gerekmektedir.
Burada akla şu gelmektedir: Acaba YÖK üyeleri felsefe derslerine karşı soğuk davranırken medyadaki ilahiyat söyleminden etkilenmişler midir? Bilemiyorum. Ama medyada ortaya çıkan ilahiyat profili iç açıcı değil. Belli bir kesimin bu profil hoşuna gitse de vatandaşın çoğu bundan memnun değil. Tam aksine medyadaki din tartışmaları kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramamışlardır. Bu bile din tartışmalarında nerdeyiz, sağlıklı bir metodumuz var mı, onu göstermesi açısından ibretliktir. Şunu hatırlatmalıyım, farklı fikirlere sahip olmak ayrı bir şey tabirimi mazur görün saçmalamak ayrı bir şeydir. Elbette kişiler saçmalama özgürlüğünü de savunabilirler. Ben ona karışmam. Ancak saçmalama toplum sağlığını bozacak düzeye çıkıyorsa orada bir durup düşünmek gerekir. Neyse bu başka bir mesele… Benim anlamak istediğim acaba YÖK üyeleri gerçekten İslami metodolojiden habersiz toplumu farklı yerlere sürükleyen böyle kişilere bakarak mı, karar aldılar? Eğer böyleyse –bir açıdan haklı olsalar bile- tepkisel davrandıkları açıktır. Bu tür durumlarda kararlar medyadaki üç-beş kişinin aşırı ve duygusal davranışlarına bakarak alınamaz. Zira ilahiyat hocalarını bu üç-beş kişi temsil etmemektedir. Diğer taraftan medyadaki profillerin çoğu da temel İslam ilimlerine mensup ilim adamlarıdır. Bu da kaderin garip cilvesi! Şimdi bunlara bakıp İslam ilimlerini mi azaltacağız?! Kararların sağlıklı alınabilmesi için keşke katılımcı bir yaklaşım ortaya konulabilseydi! Mesela nasıl ki, YÖK taslağı görüşlere açılmıştı, bu müfredat değişimi de görüşlere açılabilseydi! YÖK taslağının sonradan kaldırıldığını hatırlatalım.
3. Daha önce de belirttiğim gibi felsefe dersleri önemlidir. (Yazdığım yazılar branşım olmadığı halde felsefe derslerine karışma gibi amaç gütmemektedir. Olası tartışmalara katkı verme çabasıdır. Nihayetinde bu dersleri okuyarak bu zamanlara gelmiş bulunuyoruz Aynı şekilde bir felsefeci de İslami ilimler hakkında yorum yapma hakkına sahiptir) İhtiyaçtır, olması gerekir. Mesele ne miktarda olacağıdır. Bu da elbette tartışmayla belirlenebilecek bir şeydir. Ancak mesele gelip “Felsefe Tarihi”nin kaldırılmasına kilitlenmiştir. Ancak yukarıda sözünü ettiğim duygu (felsefenin tümden kaldırılacağı) bu endişeleri de tetiklemiştir. Şayet YÖK’te felsefeye karşı böyle bir tutum yoksa ve şayet bir tartışma olacaksa, katkı olsun diye söylemem gerekirse, müstakil olarak okutulan Felsefe Tarihinin kalkması isabetli olmuştur. Zira burada tamamen ilkçağ, ortaçağ vs. felsefesi işleniyor ki, 4 saatlik kredi bunun için fazladır kanaatindeyim. Belki de bu kadar saat Felsefe bölümlerinde yoktur!! Bununla birlikte İslam Felsefesi dersi koyduğunuzda bunu felsefî bir arkaplan olmadan vermeniz de mümkün değildir. Peki ne yapılabilir? Mesela Hadis Tarih, Hadis Usuluyle birlikte verildiği gibi İslam Felsefesi dersi içinde felsefe tarihini de vermek mümkündür. Adı da “Felsefe Tarihi ve İslam Felsefesi” olabilirdi. Böylece yanlış anlamaların önü alınmış olurdu.
Burada şu söylenebilir: Felsefe tarihini vermek için ancak dört saat yeter veya dört saat bile yetmez. Doğrudur, her bir dersi tüm ayrıntılarıyla birlikte verseniz on saat bile yetmez. Mesela fıkıh usulu veya hadis usulunu bir açıdan bakarsanız dört saatte anlatmanız mümkün değildir. İnce işçilik gerektiren, öğrenciyi zorlayan tarafları vardır. Anlamayı sağlayacak biraz fazla örnek vereyim derseniz artık 4 saat size yetmeyebilir. Hadis usulunun yer yer bir felsefe dersinden bile zor olduğunu burada anlatmama gerek yoktur. Onun için bizler hadis usulunu ayrıntılarla değil, genel hatlarıyla veriyoruz. Bir nosyon kazanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Doğrusu bu da şimdilik yetiyor. Hal böyleyken felsefe tarihi üzerinde ayrıntılı durmanın ne anlamı vardır? Felsefe tarihi İslam felsefesini anlamaya yaracak bir şekilde verilse yanlış mı olur? Neticede İslam felsefesi yunan felsefesinden bağımsız mı? İşte bu noktada karşılıklı diretmeler değil, anlayışlar devreye girmelidir.
4. Çağımız değişti. Çeşitli kültür ve inançlarla her zaman iç içeyiz. Her zaman söylemişimdir: İnançlarımızı, değerlerimizi savunmak için bile başka inanç ve düşünceleri iyice özümsemek durumundayız. Kendi inancınızın üstün olduğuna inanabilirsiniz. Ama bu inancı yeni bir dille ifade etmek kaçınılmazdır. Böylelikle her zaman yenilenme mümkün olacaktır. Bırakınız İbn Sina, Farabi’yi, işte Gazalî… Felsefeden mi kaçtı? Mantık bilmeyenim ilmine itibar edilmez diyen o değil mi? Başka inanç ve kültürlerle karşılaşmak mukadderdir. İslam medeniyeti tarihte başka kültürle karşılaşmış ve tavrını ortaya koymuştur. Ama hiçbirinde yok sayma, görmezden gelme, kökten reddetme söz konusu olmamıştır. Bu çağın müslümanına düşen de yeni bilgileri öğrenip süzgeçten geçirerek medeniyete mal etmektir. Aksi takdirde sadece içe kapanık, muhafazakar bir pozisyona düşmeyiz, zavallı duruma da düşebiliriz.
Burada felsefî bakışa ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir tartışmaya atıfta bulunarak değinmek istiyorum. Burada felsefî bakıştan illa Aristo vs. anlaşılmamalıdır. Kendi inancımızı sorgulama olarak anlaşılmamalıdır, böyle anlayanlar olsa da… Felsefî bakış kendi değerlerinizi anlamlandırmaktır. Özellikle başkalarına… Kendi insanınıza bu haramdır, bu helaldir dediğinizde problem yoktur. Ancak toplum çok çeşitlenmiştir. Onlarla tartışma mukadder oluyor. Ya o tartışmalara çıkmayacaksınız ya da çıkacaksanız bir birikime sahip olmalısınız. Mesela taciz, dekolte olayı… Bir tartışma programında bir siyasetçi, bir feminist kıyafetin tacizle ilgili olmadığını, başörtüsüyle özgürlüğün nasıl olduğunu anlayamadıklarını, kadının bedenine sahip olarak gerçekte özgür olduğunu, kadının erkeğin veya dinin baskısı olmadan kendi iradesiyle dilediği her şeyi yapabileceğini söyler. Tabii bu noktada ilahiyatçı olarak tartışmaya katılanların cevabı çok da tatmin edici değil. Bu noktada özgürlük, fıtrat vs. üzerinde bir felsefî bakışa ihtiyaç vardır. Bu bakış belki çeşitli sosyolojik, psikolojik çalışmalarla desteklenmelidir. (Şunu da itiraf edeyim ki, bir feminist gibi özgürlüğü alabildiğine kullanmak isteyen biriyle tartışmak bana felleğimi şaşırtır herhalde… Zira ölçü yok, neresini düzelteceksiniz) Dolayısıyla İslami değerlerin felsefi bir bakışla izahlarının yapıldığı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bilebildiğim kadarıyla Mutahhari’nin Hicab adlı eseri vardır ki, meseleye biraz akli açıdan yaklaşıyor. Bu kitabın ne kadar değer gördüğü de ayrı bir konu… Ama şu kadarını söyleyebilirim, Biz Gazali’nin yaptığı gibi bir dini ilimlerin ihyasını gerçekleştiremedik. Dini ilimlerin ihyası da felsefi bir bakış olmadan gerçekleşemez. Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim: İslami değerleri felsefî ve hikmet açısından değerlendiren, biraz modern insanın akınla yaklaştıracak kadar ele alanlar akademi dünyasının dışından çıkıyor. Onlar bunu dert ediniyor gibi geliyor bana. İlahiyatlarda akademik endişeler biraz önplanda sanki. Bunları niçin söyledim? Felsefi bakışa ihtiyacımız var da Allah aşkına 50 senedir ilahiyatlar var, medyadaki görüntüleri dikkate alarak söylüyorum, dini değerleri saptırmanın dışında bu topluma ne verebildik? Bunun sorgulanması gerekir. (Buradan hiç faydamız olmadığı anlaşılmasın. O da başka bir konu…)
Çağımızın devasa sorunları var. Bilim, teknoloji, demokrasi, laiklik, sekülarizm, ateizm, feminizm, kapitazlizm, liberalizm, serbest piyasa, milliyetçilik, birey, ulus devlet, sivil toplum vs… Bunlara ne ile cevap verilecektir? Bunlara karşı ne önerilecektir? Veya bunlar nasıl değerlendirilecektir? Kelam ile mi? Hadis ile mi, fıkıh ile mi? Verilse bile bunları tanımadan, iyice anlamadan nasıl cevap verilecektir? Bu anlamda sosyal bilimlere artı felsefeye duyuluna ihtiyaç dünkünden daha fazladır. S. H. Nasr’ın ifadesiyle batı ve ve kurumlarıyla hesaplaşma fıkhî değil, fikrî olacaktır. (Bir not: Ne yazık ki, sosyal bilimler ve felsefe bunca yıl olmasına karşı bu alanlarla ilgili herhangi bir ciddi çalışmanın olmaması da dikkat çekicidir. Yanılıyorsam düzeltin lütfen. Geleneksel bakışa sahip olanlar sukut etmiş; diğerleri ise mesela “laiklik İslam’da vardır” demenin ötesine geçememiştir. Buradan da ciddi bir ilahiyat sorununun olduğu ortaya çıkmaktadır.)
5. 90’lı yılların bir tecrübesi olarak ifade etmem gerekirse tarihsellik ve hermenötik tartışmaları ortaya çıktığında alınan tavırlar şu anki durumumuzu yansıtır niteliktedir. Bu akımlar ortaya çıktığında bir grup ilahiyatçı “olmaz böyle bir şey” demiştir. Niye olmaz, nasıl olmaz? Sorularına ise sadece geleneğe yaslanarak sukut eylemişlerdir. Bunun karşısında ise bu akımları mutlaklaştırıp neredeyse “başka anlama metodu yoktur” raddesine kadar işi götüren akademisyenler türemiştir. Bunlar da neden buna ihtiyaç duyuyorsunuz? Geleneğin anlama usulunun yetmediği ne gibi durumlar var? Şeklindeki sorulara sırtlarını dönmüş, Batıdan çevirme işine devam etmişlerdir. Oysa iki tutum da hatalıydı. Bu yeni akımlar muhakkak okunmalı, tanınmalı, tenkit edilmeli, elekten geçirilmeliydi. Sadece “bu, gavur icadıdır” demek yeterli değildi. Öbür taraftan bunları sanki eleştirilmez ve evrensel değerler olarak görmek de yanlıştı. Dengeli olan tutum önce kendi geleneğini iyice özümsemek (bu nokta önemli, çağdaş bilgilere açık olan çoğu ilahiyatçının kendi anlama usullerini tam olarak kavramadığı her geçen gün daha da belli olmaktadır) ardından yeni bilgileri anlamak ve son olarak da bu bilgiler arasında mukayeseler ve analizler yapmaktır. Dolayısıyla ilahiyat müfredatı felsefe grubu derslerden arındırmak neticede bizleri körler dövüşüne sürükleyecektir.
6. Dikkat çeken hususlardan biri de İslam Hukukunun Fıkıh olarak değiştirilmesidir. Geleneksel anlamda bu dersin adı Fıkıhtır. Modernizmin İslam dünyasına girişiyle birlikte ders müfredatlarında İslam Hukuku diye yer almıştır. Bu ders esasen Fıkhın karşılığıdır, ama fıkhı tam karşılamadığı açıktır. İslam hukuku tabirindeki hukuk, çağdaş hukuk nosyonunu çağrıştırmaktadır. Oysa Fıkıh insanın sadece insan ile ilişkilerini değil, Allah ile ilişkisini de incelemektedir. Bu açıdan İslam Hukukunun aslına irca edilmesi isabetli olmuştur.
7. Kur’an dersinin bu kadar saat olmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Dedim ve yine diyorum: Maksat nedir? İyi bir hafız mı yetiştirmek? Yoksa namazı sahih olacak kadar Kur’an’ı bilen imamlar mı yetiştirmek? Böyle olduğunu düşünelim. Toplamda 22 saat bunun için fazla değil mi Allah aşkına?
8. Önceki müfredatta İslam ahlak ve felsefesi adında bir ders vardı. Şimdi yok. Neden ilahiyatlarda ahlak bilgisine ihtiyaç yok mu? Ahlak felsefesi önemli değil mi? Eğer Muhafazakar olmak istiyorsak en azından Gazali’nin bile gerisine düşemeye gerek var mı? Bunların herhangi bir derste de karşılığı yok. Ancak seçmeli derslerle takviye edilebilir. Aslında önceki dersin adı da sorunlu. Önce İslam ahlakı verilecek, sonra felsefesi mi yapılacak? Oysa işin başında felsefesi verilir, sonra ahlak konularına girilir. Nitekim Gazali böyle yapmıştır İhya’sında. Bilindiği gibi “ahlak felsefesi” ayrı bir şey;. İslam Ahlak Felsefesi ayrı bir şeydir. Ancak şunu ifade edebilirim ki, müstakil, bağımsız İslam Ahlak Felsefesi yoktur kanaatimce. Gazali’yi baz alırsak Yunanı dikkate alarak bir İslam ahlak felsefesi geliştirmiştir. Tabii bunu İslamileştirmiştir. Ne kadar başarılı olduğu başka bir konudur. Bu durumda aynen felsefe tarihinde olduğu gibi “Ahlak Felsefesi ve İslam Ahlakı” şeklinde iki saatlik bir ders olabilirdi.
9. Son olarak müfredatta dikkati çeken bir hususun altını çizmek isterim. “Tarih” bilincine karşı kayıtsızlık… Felsefe Tarihinin kalkması bir yana Kelam Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir Tarihi de kalkmış durumdadır. Oysa tarih, bir hafızadır. Hafızası olmayan toplumların geleceğinin nasıl olacağı mechuldur. Bir ilmin kendinden önce tarihi verilmelidir. Tarih ismine mi bir alerji var yoksa tarih önemli görülmüyor mu? Oysa tarih oldukça önemlidir. Kendi alanımla ilgili şunları söyleyebilirim: Dersin yeni adı: Hadis İlimleri ve Hadis Usulu; eski adı Hadis Tarihi ve Usulu. Bana göre eski adı daha isabetliydi. Zira usul meselesine girmeden önce öğrenciye tarihsel bir perspektif kazandırmak durumundasınız. Hadisin hangi merhalelerden geçerek kitaplara girdiğini ve sistematik şeklini aldığını görmeden doğrudan konuya girmek hiç de doğru değildir. “Hadis İlimleri” ifadesi tamamen geleneksel çağrışımla yüklüdür. Yani Ulumu’l-hadisin Türkçesi. Aslında Hadis ilimleri ile hadis usulu aynı şey. Geçmişte usul kaynakları için hadis usulunden ziyade ulumu’l-hadis tabiri kullanılırdı. Belli ki, geleneksel duruma bir göndermede bulunulmuştur. Ama dediğimiz gibi yeni bir şey ifade edilmemiş, aksine iş çıkmaza sokulmuştur. Hadis ilimleri olarak anlatacağınız şey ayrıca usul içinde yer alacaktır. O zaman bu döngü nasıl aşılacaktır? İşte en güzeli önce hadis tarihi verip ardından hadis ilimleri veya usulunu anlatmaktır.
Biraz ayrıntılara girdiğimin farkındayım. Belki mesele müfredatın hangi zihniyetle ele alındığını ortaya koymak, bu müfredatın nasıl sonuç doğuracağını betimlemek, dağılımların buna göre isabetli olup olmadığını vurgulamaktı. Zaten konuyla ilgili yazan herkes de sadece bu kadarına değiniyor. Bir açıdan ayrıntıları ele almadan büyük fotoğrafa ulaşmak da mümkün olmayabilir. Neticede yeni müfredatın hazırlanmasında geleneksel (ama oldukça geleneksel!) İslamî bakışın ağır bastığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar temel İslami ilimlerin saatleriyle de oynansa bu algı değişmeyecektir. Gerçi İslami ilimlerin ağırlıklı olması bir dereceye kadar anlaşılabilir bir şeydir. Zira İlahiyat İslami ilimlerin ağırlıkta olduğu bir fakültenin adıdır. Keşke başka branşları refuze etmek anlamına gelen bazı uygulamalar yapılmadan önce istişare yapılsaydı! Belki de birazcık değişiklikle herkesin talebi yerine getirilebilirdi!
1. Önceki yazımda Kelam ve mezheplerin 11 saatten 8 saate; felsefe derslerinin toplamda üç saat düşürüldüğünü ifade etmiş, bilgi eksikliğinden dolayı düzeltme yapmıştım. Buna göre Kelam ve mezhepler 14 saatten 8’e; felsefe dersleri de toplamda 9 saat indirilmiştir. Hal böyle olunca burada ciddi bir sorun var demektir.
2. Öncelikle şunu ifade edeyim ki, basında yer alan iddialara göre YÖK’ün tasarrufunda bir husus önplana çıkıyor. Buna göre YÖK ilahiyatlardan felsefe derslerini tamamen kaldırmak istiyor. Bununla ilgili olarak “felsefe dersleri ilahiyatçının kafasını karıştırıyor” gibi bir düşüncenin en azından bazı YÖK üyelerinde olduğu ifade ediliyor. Ayrıca Din Felsefesi dersi kalkacaktı da son anda müfredata eklendi şeklinde bir düşünce de piyasada dolaşıyor. Bütün bunlar da ister istemez felsefe dersleri kaldırılacak imajını besliyor. Bir kere YÖK üyeleri şayet böyle düşünmüyorlarsa bu zandan kurtulmak için açıklama yapmaları gerekiyor. Yok böyle düşünüyorlarsa işimiz gerçekten vahim. Planlayıcıların ilahiyat eğitimini medrese eğitiminin gerisine götürmesi düşündürücü ve kabul edilecek gibi değildir.
Diğer taraftan bazı köşe yazarları felsefe derslerinin tümden kaldırılacağına dayanarak ilahiyatlarda selefi yaklaşımın neşvu nema bulacağını ifade ediyorlar. Bu gerçekten doğru bir tespittir. Selefilik müslümanlığın katı yorumudur, daha doğrusu yorum istemeyen katılığıdır. Bu açılardan da YÖK üyeleri zan altındadır. Dolayısıyla felsefe derslerini zamanla tümden kaldırmak gibi bir programlarının olmadığını kamuoyuna açıklamaları gerekmektedir.
Burada akla şu gelmektedir: Acaba YÖK üyeleri felsefe derslerine karşı soğuk davranırken medyadaki ilahiyat söyleminden etkilenmişler midir? Bilemiyorum. Ama medyada ortaya çıkan ilahiyat profili iç açıcı değil. Belli bir kesimin bu profil hoşuna gitse de vatandaşın çoğu bundan memnun değil. Tam aksine medyadaki din tartışmaları kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramamışlardır. Bu bile din tartışmalarında nerdeyiz, sağlıklı bir metodumuz var mı, onu göstermesi açısından ibretliktir. Şunu hatırlatmalıyım, farklı fikirlere sahip olmak ayrı bir şey tabirimi mazur görün saçmalamak ayrı bir şeydir. Elbette kişiler saçmalama özgürlüğünü de savunabilirler. Ben ona karışmam. Ancak saçmalama toplum sağlığını bozacak düzeye çıkıyorsa orada bir durup düşünmek gerekir. Neyse bu başka bir mesele… Benim anlamak istediğim acaba YÖK üyeleri gerçekten İslami metodolojiden habersiz toplumu farklı yerlere sürükleyen böyle kişilere bakarak mı, karar aldılar? Eğer böyleyse –bir açıdan haklı olsalar bile- tepkisel davrandıkları açıktır. Bu tür durumlarda kararlar medyadaki üç-beş kişinin aşırı ve duygusal davranışlarına bakarak alınamaz. Zira ilahiyat hocalarını bu üç-beş kişi temsil etmemektedir. Diğer taraftan medyadaki profillerin çoğu da temel İslam ilimlerine mensup ilim adamlarıdır. Bu da kaderin garip cilvesi! Şimdi bunlara bakıp İslam ilimlerini mi azaltacağız?! Kararların sağlıklı alınabilmesi için keşke katılımcı bir yaklaşım ortaya konulabilseydi! Mesela nasıl ki, YÖK taslağı görüşlere açılmıştı, bu müfredat değişimi de görüşlere açılabilseydi! YÖK taslağının sonradan kaldırıldığını hatırlatalım.
3. Daha önce de belirttiğim gibi felsefe dersleri önemlidir. (Yazdığım yazılar branşım olmadığı halde felsefe derslerine karışma gibi amaç gütmemektedir. Olası tartışmalara katkı verme çabasıdır. Nihayetinde bu dersleri okuyarak bu zamanlara gelmiş bulunuyoruz Aynı şekilde bir felsefeci de İslami ilimler hakkında yorum yapma hakkına sahiptir) İhtiyaçtır, olması gerekir. Mesele ne miktarda olacağıdır. Bu da elbette tartışmayla belirlenebilecek bir şeydir. Ancak mesele gelip “Felsefe Tarihi”nin kaldırılmasına kilitlenmiştir. Ancak yukarıda sözünü ettiğim duygu (felsefenin tümden kaldırılacağı) bu endişeleri de tetiklemiştir. Şayet YÖK’te felsefeye karşı böyle bir tutum yoksa ve şayet bir tartışma olacaksa, katkı olsun diye söylemem gerekirse, müstakil olarak okutulan Felsefe Tarihinin kalkması isabetli olmuştur. Zira burada tamamen ilkçağ, ortaçağ vs. felsefesi işleniyor ki, 4 saatlik kredi bunun için fazladır kanaatindeyim. Belki de bu kadar saat Felsefe bölümlerinde yoktur!! Bununla birlikte İslam Felsefesi dersi koyduğunuzda bunu felsefî bir arkaplan olmadan vermeniz de mümkün değildir. Peki ne yapılabilir? Mesela Hadis Tarih, Hadis Usuluyle birlikte verildiği gibi İslam Felsefesi dersi içinde felsefe tarihini de vermek mümkündür. Adı da “Felsefe Tarihi ve İslam Felsefesi” olabilirdi. Böylece yanlış anlamaların önü alınmış olurdu.
Burada şu söylenebilir: Felsefe tarihini vermek için ancak dört saat yeter veya dört saat bile yetmez. Doğrudur, her bir dersi tüm ayrıntılarıyla birlikte verseniz on saat bile yetmez. Mesela fıkıh usulu veya hadis usulunu bir açıdan bakarsanız dört saatte anlatmanız mümkün değildir. İnce işçilik gerektiren, öğrenciyi zorlayan tarafları vardır. Anlamayı sağlayacak biraz fazla örnek vereyim derseniz artık 4 saat size yetmeyebilir. Hadis usulunun yer yer bir felsefe dersinden bile zor olduğunu burada anlatmama gerek yoktur. Onun için bizler hadis usulunu ayrıntılarla değil, genel hatlarıyla veriyoruz. Bir nosyon kazanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Doğrusu bu da şimdilik yetiyor. Hal böyleyken felsefe tarihi üzerinde ayrıntılı durmanın ne anlamı vardır? Felsefe tarihi İslam felsefesini anlamaya yaracak bir şekilde verilse yanlış mı olur? Neticede İslam felsefesi yunan felsefesinden bağımsız mı? İşte bu noktada karşılıklı diretmeler değil, anlayışlar devreye girmelidir.
4. Çağımız değişti. Çeşitli kültür ve inançlarla her zaman iç içeyiz. Her zaman söylemişimdir: İnançlarımızı, değerlerimizi savunmak için bile başka inanç ve düşünceleri iyice özümsemek durumundayız. Kendi inancınızın üstün olduğuna inanabilirsiniz. Ama bu inancı yeni bir dille ifade etmek kaçınılmazdır. Böylelikle her zaman yenilenme mümkün olacaktır. Bırakınız İbn Sina, Farabi’yi, işte Gazalî… Felsefeden mi kaçtı? Mantık bilmeyenim ilmine itibar edilmez diyen o değil mi? Başka inanç ve kültürlerle karşılaşmak mukadderdir. İslam medeniyeti tarihte başka kültürle karşılaşmış ve tavrını ortaya koymuştur. Ama hiçbirinde yok sayma, görmezden gelme, kökten reddetme söz konusu olmamıştır. Bu çağın müslümanına düşen de yeni bilgileri öğrenip süzgeçten geçirerek medeniyete mal etmektir. Aksi takdirde sadece içe kapanık, muhafazakar bir pozisyona düşmeyiz, zavallı duruma da düşebiliriz.
Burada felsefî bakışa ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir tartışmaya atıfta bulunarak değinmek istiyorum. Burada felsefî bakıştan illa Aristo vs. anlaşılmamalıdır. Kendi inancımızı sorgulama olarak anlaşılmamalıdır, böyle anlayanlar olsa da… Felsefî bakış kendi değerlerinizi anlamlandırmaktır. Özellikle başkalarına… Kendi insanınıza bu haramdır, bu helaldir dediğinizde problem yoktur. Ancak toplum çok çeşitlenmiştir. Onlarla tartışma mukadder oluyor. Ya o tartışmalara çıkmayacaksınız ya da çıkacaksanız bir birikime sahip olmalısınız. Mesela taciz, dekolte olayı… Bir tartışma programında bir siyasetçi, bir feminist kıyafetin tacizle ilgili olmadığını, başörtüsüyle özgürlüğün nasıl olduğunu anlayamadıklarını, kadının bedenine sahip olarak gerçekte özgür olduğunu, kadının erkeğin veya dinin baskısı olmadan kendi iradesiyle dilediği her şeyi yapabileceğini söyler. Tabii bu noktada ilahiyatçı olarak tartışmaya katılanların cevabı çok da tatmin edici değil. Bu noktada özgürlük, fıtrat vs. üzerinde bir felsefî bakışa ihtiyaç vardır. Bu bakış belki çeşitli sosyolojik, psikolojik çalışmalarla desteklenmelidir. (Şunu da itiraf edeyim ki, bir feminist gibi özgürlüğü alabildiğine kullanmak isteyen biriyle tartışmak bana felleğimi şaşırtır herhalde… Zira ölçü yok, neresini düzelteceksiniz) Dolayısıyla İslami değerlerin felsefi bir bakışla izahlarının yapıldığı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bilebildiğim kadarıyla Mutahhari’nin Hicab adlı eseri vardır ki, meseleye biraz akli açıdan yaklaşıyor. Bu kitabın ne kadar değer gördüğü de ayrı bir konu… Ama şu kadarını söyleyebilirim, Biz Gazali’nin yaptığı gibi bir dini ilimlerin ihyasını gerçekleştiremedik. Dini ilimlerin ihyası da felsefi bir bakış olmadan gerçekleşemez. Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim: İslami değerleri felsefî ve hikmet açısından değerlendiren, biraz modern insanın akınla yaklaştıracak kadar ele alanlar akademi dünyasının dışından çıkıyor. Onlar bunu dert ediniyor gibi geliyor bana. İlahiyatlarda akademik endişeler biraz önplanda sanki. Bunları niçin söyledim? Felsefi bakışa ihtiyacımız var da Allah aşkına 50 senedir ilahiyatlar var, medyadaki görüntüleri dikkate alarak söylüyorum, dini değerleri saptırmanın dışında bu topluma ne verebildik? Bunun sorgulanması gerekir. (Buradan hiç faydamız olmadığı anlaşılmasın. O da başka bir konu…)
Çağımızın devasa sorunları var. Bilim, teknoloji, demokrasi, laiklik, sekülarizm, ateizm, feminizm, kapitazlizm, liberalizm, serbest piyasa, milliyetçilik, birey, ulus devlet, sivil toplum vs… Bunlara ne ile cevap verilecektir? Bunlara karşı ne önerilecektir? Veya bunlar nasıl değerlendirilecektir? Kelam ile mi? Hadis ile mi, fıkıh ile mi? Verilse bile bunları tanımadan, iyice anlamadan nasıl cevap verilecektir? Bu anlamda sosyal bilimlere artı felsefeye duyuluna ihtiyaç dünkünden daha fazladır. S. H. Nasr’ın ifadesiyle batı ve ve kurumlarıyla hesaplaşma fıkhî değil, fikrî olacaktır. (Bir not: Ne yazık ki, sosyal bilimler ve felsefe bunca yıl olmasına karşı bu alanlarla ilgili herhangi bir ciddi çalışmanın olmaması da dikkat çekicidir. Yanılıyorsam düzeltin lütfen. Geleneksel bakışa sahip olanlar sukut etmiş; diğerleri ise mesela “laiklik İslam’da vardır” demenin ötesine geçememiştir. Buradan da ciddi bir ilahiyat sorununun olduğu ortaya çıkmaktadır.)
5. 90’lı yılların bir tecrübesi olarak ifade etmem gerekirse tarihsellik ve hermenötik tartışmaları ortaya çıktığında alınan tavırlar şu anki durumumuzu yansıtır niteliktedir. Bu akımlar ortaya çıktığında bir grup ilahiyatçı “olmaz böyle bir şey” demiştir. Niye olmaz, nasıl olmaz? Sorularına ise sadece geleneğe yaslanarak sukut eylemişlerdir. Bunun karşısında ise bu akımları mutlaklaştırıp neredeyse “başka anlama metodu yoktur” raddesine kadar işi götüren akademisyenler türemiştir. Bunlar da neden buna ihtiyaç duyuyorsunuz? Geleneğin anlama usulunun yetmediği ne gibi durumlar var? Şeklindeki sorulara sırtlarını dönmüş, Batıdan çevirme işine devam etmişlerdir. Oysa iki tutum da hatalıydı. Bu yeni akımlar muhakkak okunmalı, tanınmalı, tenkit edilmeli, elekten geçirilmeliydi. Sadece “bu, gavur icadıdır” demek yeterli değildi. Öbür taraftan bunları sanki eleştirilmez ve evrensel değerler olarak görmek de yanlıştı. Dengeli olan tutum önce kendi geleneğini iyice özümsemek (bu nokta önemli, çağdaş bilgilere açık olan çoğu ilahiyatçının kendi anlama usullerini tam olarak kavramadığı her geçen gün daha da belli olmaktadır) ardından yeni bilgileri anlamak ve son olarak da bu bilgiler arasında mukayeseler ve analizler yapmaktır. Dolayısıyla ilahiyat müfredatı felsefe grubu derslerden arındırmak neticede bizleri körler dövüşüne sürükleyecektir.
6. Dikkat çeken hususlardan biri de İslam Hukukunun Fıkıh olarak değiştirilmesidir. Geleneksel anlamda bu dersin adı Fıkıhtır. Modernizmin İslam dünyasına girişiyle birlikte ders müfredatlarında İslam Hukuku diye yer almıştır. Bu ders esasen Fıkhın karşılığıdır, ama fıkhı tam karşılamadığı açıktır. İslam hukuku tabirindeki hukuk, çağdaş hukuk nosyonunu çağrıştırmaktadır. Oysa Fıkıh insanın sadece insan ile ilişkilerini değil, Allah ile ilişkisini de incelemektedir. Bu açıdan İslam Hukukunun aslına irca edilmesi isabetli olmuştur.
7. Kur’an dersinin bu kadar saat olmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Dedim ve yine diyorum: Maksat nedir? İyi bir hafız mı yetiştirmek? Yoksa namazı sahih olacak kadar Kur’an’ı bilen imamlar mı yetiştirmek? Böyle olduğunu düşünelim. Toplamda 22 saat bunun için fazla değil mi Allah aşkına?
8. Önceki müfredatta İslam ahlak ve felsefesi adında bir ders vardı. Şimdi yok. Neden ilahiyatlarda ahlak bilgisine ihtiyaç yok mu? Ahlak felsefesi önemli değil mi? Eğer Muhafazakar olmak istiyorsak en azından Gazali’nin bile gerisine düşemeye gerek var mı? Bunların herhangi bir derste de karşılığı yok. Ancak seçmeli derslerle takviye edilebilir. Aslında önceki dersin adı da sorunlu. Önce İslam ahlakı verilecek, sonra felsefesi mi yapılacak? Oysa işin başında felsefesi verilir, sonra ahlak konularına girilir. Nitekim Gazali böyle yapmıştır İhya’sında. Bilindiği gibi “ahlak felsefesi” ayrı bir şey;. İslam Ahlak Felsefesi ayrı bir şeydir. Ancak şunu ifade edebilirim ki, müstakil, bağımsız İslam Ahlak Felsefesi yoktur kanaatimce. Gazali’yi baz alırsak Yunanı dikkate alarak bir İslam ahlak felsefesi geliştirmiştir. Tabii bunu İslamileştirmiştir. Ne kadar başarılı olduğu başka bir konudur. Bu durumda aynen felsefe tarihinde olduğu gibi “Ahlak Felsefesi ve İslam Ahlakı” şeklinde iki saatlik bir ders olabilirdi.
9. Son olarak müfredatta dikkati çeken bir hususun altını çizmek isterim. “Tarih” bilincine karşı kayıtsızlık… Felsefe Tarihinin kalkması bir yana Kelam Tarihi, Hadis Tarihi ve Tefsir Tarihi de kalkmış durumdadır. Oysa tarih, bir hafızadır. Hafızası olmayan toplumların geleceğinin nasıl olacağı mechuldur. Bir ilmin kendinden önce tarihi verilmelidir. Tarih ismine mi bir alerji var yoksa tarih önemli görülmüyor mu? Oysa tarih oldukça önemlidir. Kendi alanımla ilgili şunları söyleyebilirim: Dersin yeni adı: Hadis İlimleri ve Hadis Usulu; eski adı Hadis Tarihi ve Usulu. Bana göre eski adı daha isabetliydi. Zira usul meselesine girmeden önce öğrenciye tarihsel bir perspektif kazandırmak durumundasınız. Hadisin hangi merhalelerden geçerek kitaplara girdiğini ve sistematik şeklini aldığını görmeden doğrudan konuya girmek hiç de doğru değildir. “Hadis İlimleri” ifadesi tamamen geleneksel çağrışımla yüklüdür. Yani Ulumu’l-hadisin Türkçesi. Aslında Hadis ilimleri ile hadis usulu aynı şey. Geçmişte usul kaynakları için hadis usulunden ziyade ulumu’l-hadis tabiri kullanılırdı. Belli ki, geleneksel duruma bir göndermede bulunulmuştur. Ama dediğimiz gibi yeni bir şey ifade edilmemiş, aksine iş çıkmaza sokulmuştur. Hadis ilimleri olarak anlatacağınız şey ayrıca usul içinde yer alacaktır. O zaman bu döngü nasıl aşılacaktır? İşte en güzeli önce hadis tarihi verip ardından hadis ilimleri veya usulunu anlatmaktır.
Biraz ayrıntılara girdiğimin farkındayım. Belki mesele müfredatın hangi zihniyetle ele alındığını ortaya koymak, bu müfredatın nasıl sonuç doğuracağını betimlemek, dağılımların buna göre isabetli olup olmadığını vurgulamaktı. Zaten konuyla ilgili yazan herkes de sadece bu kadarına değiniyor. Bir açıdan ayrıntıları ele almadan büyük fotoğrafa ulaşmak da mümkün olmayabilir. Neticede yeni müfredatın hazırlanmasında geleneksel (ama oldukça geleneksel!) İslamî bakışın ağır bastığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar temel İslami ilimlerin saatleriyle de oynansa bu algı değişmeyecektir. Gerçi İslami ilimlerin ağırlıklı olması bir dereceye kadar anlaşılabilir bir şeydir. Zira İlahiyat İslami ilimlerin ağırlıkta olduğu bir fakültenin adıdır. Keşke başka branşları refuze etmek anlamına gelen bazı uygulamalar yapılmadan önce istişare yapılsaydı! Belki de birazcık değişiklikle herkesin talebi yerine getirilebilirdi!