Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ

Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ

İLAHİYAT MÜFREDATI ÜZERİNE MÜLAHAZALAR

İlahiyat Fakültelerinde müfredat değişimi oldu, bu da bazı tartışmaları tetikledi. Yeni Şafak’ta Rasim Özdenören Felsefesiz İlahiyat olmaz derken aynı gazetede yazan Yusuf Kaplan İlahiyat denince önce akla İslamî idrakin gelmesi gerektiğini vurguladı. Mustafa Akyol Star’da felsefesiz İlahiyat olamayacağına vurgu yaptı. Görüldüğü gibi olay felsefeye kilitlendi. Felsefeyle ilgili İslami kesimdeki algı da buna eklenince bir hedefe varılmak istendi. Belli ki, bu tartışmalar günübirlik yapılmaktadır. Yıllarca bu işin içinde olmakla birlikte bazen ne olduğunu biz de anlamakta zorlanıyoruz. Kanaatlerimi şu maddeler altında serdetmem mümkündür:
1. Müfredat özetle şöyle: Temel İslami ilimlerden Kur’an, 16 idi, 18 oldu. (Hazırlık sınıfı 4’ü de eklersen 22 saat) Fıkıh 15 saat idi, 16; Tefsir 12 saat idi, 14; Hadis 12 idi 14; Kelam ve Mezhepler Tarihi 11 idi, 8 saat oldu. Tasavvuf 4 idi, 4 kaldı. Felsefe grubundan İslam felsefe tarihi 4 saat idi; İslam Felsefesi olarak değişti ve yine 4 saat olarak kaldı. Mantık, 2 idi, 2 kaldı; Din Felsefesi 3 idi, 2 oldu; Din Sosyolojisi 3 idi, 2 oldu; Din Psikolojisi 3 idi, 2 oldu; Din Eğitimi 2 idi, 2 kaldı; Dinler Tarihi 4 idi, 4 kaldı. Buna göre Temel İslami İlimlerin kredisi toplamda 4 artarken, Felsefe grubu 3 kredi azaldı. Bu büyütülecek bir oran değildir. Ayrıca asıl azalma Temel İslam ilimlerinden Kelam ve Mezhepler tarihinde oldu. Bununla birlikte tenkitler Felsefede yoğunlaştı. Oysa Felsefe Tarihinin kalkması diye bir şey söz konusu değildir.
2. Bir önceki program 28 Şubat’ın kuşa çevirdiği İlahiyat müfredatını revize etmek içindi. Zira daha önceki programda Felsefe grubu dersleri ağırlıkta olup İslami ilimler tırpanlanmıştı. Bu tırpalamanın ne amaçla yapıldığı herhalde malumdur. Oysa bir İlahiyat Fakültesinde İslami ilimlerin ağırlıkta olmasından daha doğal bir şey yoktur. 28 Şubat’tan sonraki ilk müfredat değişimi meseleyi aslına irca etmekten ibarettir. Felsefenin ağırlıkta olduğu bir İlahiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne dönüşür. İlahiyat Fakültesinde ağırlıklı olarak İslami ilimler okunur herhalde.
3. İkinci bir değişim ise Bologna süreciyle alakalıdır. Bu süreçte ders saatlerinin azaltılması öngörülmektedir. Öğrencinin aldığı 160 küsür kredinin 130’a kadar düşürülmesi planlanmıştır. Bu muhakkak yapılacağına göre bazı derslerin kredilerinin azaltılması mukadderdir. Yukarıda İlahiyat Fakültesinde İslami ilimler okunur demiştik. Tabii bu Felsefe grubunun olmayacağı anlamına gelmez. Her ikisi de olacaktır. Zira bir ilahiyatçı modern ilimleri de okuyacaktır. Çağını tanımayan bir ilahiyatçı, sorunlarına da yabancı kalır. Bu dersler olmalıdır. Mesele bu derslerin ne miktarda olacağıdır.  Şayet Felsefe grubu dersleri ağırlıkta olursa bu kez İlahiyatçının kendi dinine yabancı olması gibi bir durumla karşı karşıya kalırız. İlahiyatçı ama Kur’an’ı doğru düzgün okuyamıyor. İlahiyatçı ama hadis, tefsir bilmiyor. İlahiyatçı ama namaz, oruç gibi temel ibadetlerle ilgili meselelerden habersiz. Tabii en önemlisi İlahiyatçı ama İslamî idrakten yoksun, İslamî bakıştan, zihniyetten, metodolojiden bihaber… Ya da Felsefe grubu fazla olsa, böyle bir ilahiyatçı Aristo’yu biliyor ama Gazali’yi tanımıyor; Kant’ı biliyor ama Buharî’den haberi yok.. Hegel’i biliyor ama herhangi bir köşe taşı İslam alimini tam kavrayamamış… Böyle bir durumu kim kabul edebilir?
4. Bana göre bu programın en büyük eksikliği istişareye yeterince özen gösterilmemesidir. Biraz dikkat edilseydi, bu kadar eleştiriye de gerek kalmazdı. Mesela Kur’an dersi yeterli olmalıydı. 16’yı 18 yapmanın fazla bir anlamı yoktu. 16 saatte Kur’an’ı okumayı öğrenemeyecekse, yeteri ezberi yapamayacaksa 18 saatte de yapamaz. Kur’an dersi kredisinin artırılması ister istemez akla “ilahiyat Fakülteleri Diyanete eleman mı yetiştiriyor?” sorusunu getiriyor. İşin garip tarafı bu kadar saat Kur’an’a ayıracaksınız, ama Diyanet sizi yine de kendi imtihanlarına tabii tutacak. Hadis, Tefsir’in 2 saat artırılmasına da gerek yoktu. Zira bu dersler 20 saat dahi olsa bir tefsir kitabını veya bir hadis kitabını baştan aşağı bitirmek mümkün olmaz, olmuyor. Belki bu noktada öğrencilere doğrusu nasıl balık tutulacağını öğretmek gerekir. Fıkhın kredisi bana göre uygundur. Bu durumda 6 veya en fazla 8 kredi fazla gibi gözüküyor. Bu diğer alanlara aktarılabilirdi. Mesela Mezhepler tarihi bugün çok önemli bir konudur. Kelam usuli’d-dindir. Kelam ve Mezhepler birleştirildiğine göre 2 saat ona aktarılabilir. Din Eğitimini de önemsiyorum. Tabii bundan anladığım İslamî öğretilerin eğitiminin nasıl olacağıdır. 2 saat da ona aktarılsaydı, geriye 2 veya 4 saat kalıyor. Bu da birer saatle Din Felsefesi, Psikolojisi ve Sosyolojisine dağıtılabilirdi.
5. İlahiyat isminin İslamî İlimler Fakültesi olarak değiştirileceği haberlerini alıyoruz. Bana göre isabetli bir değişikliktir. Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyata dönüştürülmüştür. İslam ismi kaldırılmıştır. Bu, elbette bir bakışı yansıtıyordu. 20 yıla yakın hocalık yapıyorum. İlahiyat isminin İslami anlamda ben de herhangi bir çağrışımı olmamıştır. İlahiyat denince ne anlıyoruz, denildiğinde fazla bir cevabı yoktur. Muhtemelen Batıda’ki bir takım Divinity veya teoloji fakültelerinin bize tercüme edilmesidir ki, sakatlığı açıktır. Şu anki müfredatla da İslamî İlimler ismi örtüşmektedir.
6. Bu noktada şu da söylenebilir ki, İslamî Eğitim işi aslında özel veya özerk olmalıdır. YÖK’ün nasıl tartışıldığı malumdur. Devlet eliyle bu işler yürütüldüğünde her dönem tartışma kaçınılmazdır. Belki hükümetler değiştiğinde yine müfredatlar değişecektir. Türkiye’nin her türlü eğitim işi böyle olup maalesef halledilememektedir. İdeolojik bakış egemendir. Dogmalar hakimdir. Hele İslami eğitim dendiğinde bazı insanları karabasanlar basmaktadır. Bunun içine İlahiyat eğitimi almış bazı hocalar da dahildir. Tartışma köklüdür. Gelip modern ve geleneksel anlayışlara dayanır.
7. Aslında İslamî ilimler eğitimi veren bir fakültede bakışaçısı, idrak, paradigma, zihniyet, metodoloji ne dersek diyelim köken olarak, kalkış noktası olarak Kur’an ve Sünnet’e dayanmalıdır. Dünya ve varlık algımız bunlara göre olmalıdır. Felsefe de olsa psikoloji de olsa kendi değerlerimizi anlamaya ve kendimizi anlamlandırmaya çalışmalıyız. Sırf ve salt seküler bir eğitim verilebilir mi? Bu ancak başka inanç, kültür ve felsefeleri tanıtmak anlamında olmalıdır. Yoksa amacımız herhangi bir değer empoze etmeden öğrenciyi kendi tercihiyle baş başa bırakmak mıdır? Hıristiyanlık şudur, İslam budur; bunların birbirinden üstün yünleri yoktur; aklınızı kullanın ve tercihte bulunun demek midir?
Şu unutulmamalıdır ki, Felsefe bölümünde İslam felsefesi dersi çok azdır. Orada amaç Batı felsefesidir. Hukuk fakültelerinde İslam hukuku devasa boyutta mı veriliyor? Hayır, amaç Batı hukuk nosyonudur. Dolayısıyla İslam eğitimi veren bir fakültede İslam’a ait derslerin fazlalığı yadırganmamalıdır.
Gel gör ki, burada başka bir problem de vardır. Söz konusu İslam eğitimi olduğunda laik sistemle bu durum nasıl bağdaştırılacaktır. Tabii katı laik sistemle… Bir de şu açıdan bunu soruyoruz: Yasal anlamda İlahiyat fakültelerinde bir ateistin veya bir hıristiyanın okumasına engel yoktur. İş böyle olunca herhalde bir ateiste İslamî idrak biçimi vermek, bir ilahiyat nosyonu kazandırmak mümkün olmayacaktır. Yoksa ilkokullarda olduğu gibi İslam, Kur’an derslerinden muaf mı tutulacaktır? Muaf tutulacaksa fazla bir ders almayacak demektir. Neyse bunlar spekülasyon kabilinden diyelim… Neticede fiilen böyle bir fakülteye ateist veya Hıristiyan gelmeyecektir ki, şu anda olan budur. Bu da ilginç noktalardan biridir.  Batıda kilisenin üniversiteleri vardır. Ama bizde devlet üniversiteleri vardır. Kilise kendi üniversitesinde istediği gibi dini eğitimini yapabilmektedir.
Burada şu noktanın altını çizmekte fayda vardır: İslam eğitimi veren bir fakültede tekraren vurgulamak gerekir ki, iki şey verilmelidir: İslamî bilgi ve İslamî bilinç. Bilgi olmadan yorum olmaz. Onun için iyi bir bilgi alt yapısına ihtiyaç vardır. Bilinç olmadan da bilginin fazla bir anlamı yoktur. Bilinç ise İslamî idrak ve metodolojiyle gerçekleşir. Aksi takdirde bilinçsiz bilgi modern dünyada modern değerlerin meşrulaştırılmasından başka bir şeye yaramaz.
Dolayısıyla kesin kanaatim olmamakla birlikte bir his olarak ifade etmem gerekirse diğer derslerin bile tam anlamıyla seküler değil, Kur’an ve Peygamber baz alınarak verilmesi elbette uygun olur. Elbette bu derslerin metodolojisi ve kendi terminolojileri vardır. Ama bir şekilde bunların İslam Dünya görüşüyle irtibatlarının kurulması elzem olsa gerektir. Tersi olursa mesela bir Felsefe bölümünde okutulan derslerden farkımız kalmaz. Yusuf Kaplanın dediği gibi İslami idraki oluşturma önemlidir. Bu çerçevede felsefe elbette gereklidir. Ama her şey değildir. Ölüm kalım meselesi değildir. Zira bu öğrenciler Lisans öğrencisidir. Daha fazla felsefe eğitimi almak isteyenler kendini seçmeli derslerle veya Lisanüstü eğitimle takviye edecektir.
8. Hiç düşünmediğimiz bir olgu var: Acaba başka yapılanmalara gitmemiz mümkün mü? Gerçekten Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji vs. önemlidir. Bu branşların daha derinlemesine öğrenilmesi ve öğretilmesi için Fen-Edebiyattaki Felsefe Bölümlerinin dışında yine İslami ilimler bakışaçısıyla farklı bir yapılanmanın oluşturulması mümkün müdür? Lisansüstü eğitimle bu ihtiyacı karşılamak yeterli değilse başka kurumsal bir yapı düşünülebilir mi?
9. Bununla birlikte her şeyden evvel İlahiyat eğitiminde amaçlar belirlenmeli, öğrenci kazanımları ortaya konulmalıdır. Biz nasıl bir öğrenci yetiştirmek istiyoruz? İyi bir Müslüman mı, iyi bir imam mı, iyi bir öğretmen mi, iyi bir alim/araştırmacı mı? Ya da hepsi birden mi? Yapılacak müfredat ister istemez amaç, beklenti ve hedefler tarafından şekillendirilecektir. Tabii İlahiyat fakültesi ahlak eğitiminin verildiği yerler değildir. Ahlak daha ziyade aileden alınan bir şeydir. Bu anlamda öğrenci esasen İslam ahlakını ailesinden almış olarak Fakülteye gelmiş olmalıdır. Ancak şu da bir vakıa ki, fakültede ahlak sorunları da yaşanabilmektedir. Bizim işimiz ahlak değil deyip sadece bilgi aktarımı üzerinde durulabilir, ama bu bizleri tatmin edebilecek mi? Karşınızda Kur’an ve Sünnete muhalif hareketlerde bulunan öğrenciye İslam edeb ve ahlakı adına hiçbir şey vermeyecek misiniz? Bunu en azından sorun etmeyecek miyiz? Dediğim gibi Fakülteye gelene kadar bu sorunlar halledilmeliydi, ama gel gör ki, 28 Şubat mantığı böyle bir dejenerasyona yol açınca yapacak bir şey de kalmıyor.
İlahiyat Fakültesini bitiren sadece imam mı olacak? Gerçi şu anki yapılanmada öğretmen olma şansları yok. Ama bu hal böyle devam edip gidemez. Zamanı geldiğinde öğretmen de olacaklardır. İmam da olsalar öğretmen de olsalar asgari düzeyde felsefe, sosyoloji, eğitim ve iletişim derslerine ihtiyaçları vardır. Kendi içine kapanık imam ve öğretmenin bu topluma vereceği hiçbir şey yoktur. İmam ve öğretmeni kendi içine kapatmak istemiyorsak, başka insanlarla, başka inançlarla iletişim kanallarını açık tutmak istiyorsak saydığımız alanlarda belli bir dereceye ulaşmaları zorunludur. Dediğimiz gibi mesele bunların ne miktarda verileceğidir.
10. Belki de hepsinden önemlisi İmam-Hatip okullarını ele almaktır. Asıl İmam-Hatip okulları ıslah edilmelidir. İlahiyata gelen bir İmam-Hatip öğrencisinin -meraklıları dışında- neredeyse hiçbir alt yapısı yoktur. Bana göre mesela Kur’an okuma işi İlahiyata gelene kadar çoktan halledilmeliydi. Halledilmiyor ki, İlahiyat programında ona 18 saatlik bir kredi ayrılıyor. Ayrıca hazırlık sınıfında da 4 saatlik tashih-i huruf dersi var. Bir türlü Kur’an okumayı öğretemiyoruz. Diğer taraftan bu kadar Kur’an kredisi olduğuna göre maksat sadece Kur’an’ı yüzünden okumak, harfleri çıkarmak olmasa gerektir. Epey bir ezber de yapılacak demektir. Öğrenci için ezber algısı hiç de iyi değildir. Yoğunluklu bir ezber anlayışı öğrencinin kimyasını bozacaktır. Yoğunluklu ezberde hocalar diretirse belki de ilahiyat tercihleri öğrencşiler tarafından gözden geçirilecektir. Böyle değil de iş yine gevşetilirse 22 saat Kur’an dersi olmasının bir anlamı olmayacaktır.
Aynı şekilde diğer İslami ilimler de kısmen halledilmelidir. İmam-Hatip ders kitaplarına baktığımızda aslında güzel hazırlandıklarını görürüz. Ama maalesef bunların eğitimi tam olarak ve sindirecek şekilde verilmiyor. Bunun sebebi de büyük oranda üniversiteye yönelik endişelerdir. Bu çerçevede İmam-Hatip öğrencisini İmam-Hatip dersleriyle ilgilendirecek bir yapılanmaya da ihtiyaç vardır. Mesela üniversite imtihanlarında yüzde şu kadar oranla meslek sorusu sormak mümkündür. Bu da öğrenciyi hadise, tefsire, fıkha ilgi duymaya yönlendirecektir. Tabii bu nasıl olabilir üzerinde daha da durmak, bununla ilgili raporlar hazırlamak gerekmektedir.
Önceki ve Sonraki Yazılar