Ceyhun KALENDER

Ceyhun KALENDER

“SES BAYRAĞIM, TÜRKÇEM

Türk Eğitim-Sen'in Yunus Emre Yılı dolayısıyla düzenlediği "Dünya Dili Türkçe" konulu kompozisyon yarışmasına, "SES BAYRAĞIM, TÜRKÇEM" isimli yazımla katıldım. 
Türk Eğitim-Sen’e Türkçenin gelişmesi, yaygınlaşması amacıyla yaptığı bu önemli çalışmasından dolayı teşekkürler…

turk-ocaklari.png

“SES BAYRAĞIM, TÜRKÇEM
      Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan, kendi kanunları içerisinde yaşayan, gelişen ve canlılık özelliği gösteren en temel iletişim aracıdır. Dil, aynı zamanda bir milleti var eden ve koruyan en temel unsurlardan biridir. 
      Milletler dilleriyle tarih sahnesinde var olmuşlardır. Daha doğrusu bir milletin yaşayabilmesi, geçmişle gelecek arasında bağ kurabilmesi konuştuğu dil sayesinde mümkündür.
      Bunun içindir ki, milletler arasındaki mücadele aynı zamanda diller arasındaki sessiz bir mücadeleye dönüşmüş, verdikleri eserlerle birbirlerine üstünlük kurmaya çalışmışlardır.
      Teknolojinin gelişmesi, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte Batı dilleri bilimde, ticarette, iletişimde söz sahibi olmuş ve bunu dayanak alan Batılılar da kendi dillerinin diğer dillere karşı üstün olduğunu savunmuşlardır.

kompoziyon.png
      Bu rekabet içerisinde Türkçemize karşı da çeşitli olumsuz düşünceler ortaya atılmış; Türkçemizin yetersiz olduğu, zor öğrenildiği, bilim dili olmadığı ileri sürülmüştür. Biz Batılıların Türkçe üzerine ortaya koyduğu düşüncelerden ziyade, tarihi kaynaklara ve Türkçenin tarihi gelişimi sürecinde verdiği eserlere bakacağız.   
      Türkçe zengin yapısıyla Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesindendir ve dünyada en çok konuşulan diller arasında yer alır.
      Türkçe, bugün yaklaşık 12 milyon kilometre karelik geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Ünlü Türkolog Radloff’a göre dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana yayılmış başka bir dil yoktur. Bu dilin etki alanı Bosna’dan Çin Seddi’ne, İran’dan Kuzey Buz Denizi’ne kadar geniş bir alanda kendisini göstermektedir.
     Yapısı bakımından da Türkçenin başka dillerde olmayan birçok özelliği vardır. Türkçe yapısı bakımından sondan eklemeli ve sözcük türetmeli bir dildir. Bu ekleme esnasında köklerde herhangi bir değişiklik olmaz. Ayrıca Türkçenin çok zengin devrik cümle olanağına sahip olması, cümlenin öğelerini cümle içinde istediğiniz yere koyabilmenize imkan sunmaktadır. Oluşan yeni cümlenin anlamı bozulmazken, öğelerin yükleme uzaklık-yakınlık durumuna göre cümle yeni anlamlar kazanabilmektedir. 
     Bunun yanında bazı dil bilimciler de Türk diline, “deyimler dili” adını vermektedirler. Çünkü bir kelime etrafında oluşturulabilen onlarca deyim, anlatımda kolaylık ve derinliği aynı anda sunabilmektedir.
      Türkçede her ses bir harfle yazılır. Bu sebeple duyduğumuz sesleri yazıya aktarmak Batı dillerinden daha kolaydır. Türkçede az kelimeye birçok anlam yükleyerek daha fazla bilgi aktarılabilmektedir. Dilimizin sahip olduğu bu özellikler, diğer dillerden daha kolay öğrenilmesini de sağlamaktadır.
      Bu denli yaygın olarak kullanılan ve kendine has özellikleri olan Türkçe hakkında ünlü Fransız Türkolog Jean Deny: “Türkçe bir bilim dilidir.” saptamasını yapmıştır. Yine ünlü Alman dilbilimci Max Müller Türkçe hakkında şunları söylemiştir: “Türkçe bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile gerçek bir zevktir.” 1854 yılında yayımlandığı kitabında, “Türkçenin bilimselliğini” vurgularken, bu dili yaratan insan zekasına sonsuz hayranlık duyduğunu belirtmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Yabancı sözcüklerden arındığında Türkçe kadar kolay, rahat anlaşılan ve zevk verici pek az dil vardır.” 
      Bu denli yaygın ve köklü bir dil olan Türkçenin gücünü, zenginliğini ortaya koyabilmek için izlenecek en iyi yöntem, onun kaynağına inmek, eski sözlü ve yazılı eserleri incelemektir.
      Türkçemizin milattan önce dört bin yılına kadar uzanan eski ve köklü bir geçmişi vardır. Türkçe, tarihi seyri içinde yaygınlaşarak gelişmesi yanında birçok dili de etkilemiştir.
      Türkçemizin bu gelişim sürecinde birçok sözlü ve yazılı eser oluşturulmuş, ancak Türklerin göçebe yaşam tarzından dolayı bu eserlerin bir kısmı tarih sahnesinden silinmiş, bir kısmı da ancak yabancı kaynaklarda yayınlanarak günümüze kadar ulaşabilmiştir..
      Eski Türklerde  “koşuk” ismi verilen şiirler, bugünkü atasözlerinin ilk biçimi olan “sav”, ölüm törenlerinde üzüntüyü dile getirmek için söylenen “sagu” ve toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğinden oluşan “destan” sözlü edebiyatı oluşturmaktaydı.
      Yaratılış Destanı, Siyenpi Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Attila Destanı, Bozkurt / Göktürk Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı günümüze ulaşan sözlü edebiyatımızın önemli örnekleridir. Bu destanlar Türk tarihi, Türk kültürü, yaşam tarzı hakkında bizi aydınlatırken Türkçemiz hakkında da bize önemli bilgiler sunmaktadır.
      Türk edebiyatının ilk yazılı eserleri ise Yenisey yazıtlarıdır. Ancak bunlar tam olarak okunamadığı için Türk  edebiyatının ilk yazılı ürünleri, Göktürk alfabesi ile yazılan Orhun Yazıtları olarak alınmaktadır.
      Olağanüstü olaylarla gerçek olayların birlikte anlatıldığı, Dede Korkut hikayeleri ise destandan halk hikayesine geçildiği dönemin eserleridir.
      Türklerin İslam dinini kabul etmeye başlamasıyla birlikte, Türkçe üzerinde önemli bir Arapça ve Farsça etkisi görülmüştür.
      Bu geçiş döneminde verilen en önemli eserler ise; Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan Divan-ı Lügat' it Türk, Yusuf Has Hacip tarafından yazılan Kutatgu Bilig, Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılan Divan-ı Hikmet ve Yüknekli Edip Ahmet tarafından yazılan Atabet'ül Hakayık’tır.
      İslamiyeti kabul eden Türkler Selçuklular döneminde dil, kültür yönünden Arapça ve Farsçanın etkisi altına girmiş; Arapçayı “din ve bilim dili”, Farsça'yı “edebiyat ve devlet dili” olarak kullanmaya başlamışlardı.
      Bu durum karşısında, Türkçemizin Arapça ve Farsça etkisine karşı en etkili ses Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından yükseltilmişti.
      Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 yılında Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, Türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır. Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya... uymayanların boynu vurula....” diyerek Türkçemizin Anadolu’da yeniden önem kazanmasını sağlayan kişi olarak tarihe geçmiştir.
      Bu fermanla birlikte artık Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti büyük ölçüde bitmiş, Türkçe yaygınlaşmıştır. Mehmet Bey’in fermanı Türk tarihi ve Türkçenin önemli mihenk taşlarından biridir. Bu olay, günümüzde 13 Mayıs Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
      13. yüzyılda Anadolu’da, Türkçe bir ses daha yükseliyordu: “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendin bilmezsin/ Ya nice okumaktır.” İnsanların gönlüne ve aklına dokunan bu sözlerin sahibi, Türk’ün manevi dünyasında yüzyıllar boyunca iz bırakacak olan Türkçe şiirin öncüsü Yunus Emre’ydi.
      Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'da büyük-küçük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başladığı 13. yüzyıl ortalarından 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşamış tasavvuf öncüsü ve halk şairidir. Ankara'nın Nallıhan ilçesindeki Taptuk Emre Dergâhında yetişmiştir ve şiirlerinin çoğunu da burada yazmıştır.
      Yunus, duygu ve düşüncelerini Türkçe ifade edebilecek kadar Türkçe Dil Bilgisi’ne de hakimdi. Arapça ve Farsça kelimeleri ustalıkla Türkçeleştirmiş, aruz vezniyle yazdığı şiirlerinin birçoğunu Nasihatler Risalesi adlı kitabında toplamıştır.
      Ayrıca Yunus’un Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçeleştirmesi, onun sadece sözlü kültürü kullanan eğitimsiz biri olmadığını, halk kültürünün öğelerini ve konuşma dilini bilinçli bir şekilde de kullanabildiğini göstermektedir.
      Anadolu’da sözlü kültürün etkin olduğu dönemler, Yunus Emre’nin de yaşadığı dönemi kapsamaktadır. Yunus Emre’nin şiirleri ise ölümünden bir asır sonra derlenmiştir.
      Türkçe hafızamızın oluşmasında Yunus Emre’nin rolü büyüktür. Yunus Emre Horasan akımına bağlı, Hoca Ahmet Yesevi geleneğinden Türkmen bir derviştir. Sade, halk diliyle yazan Yunus, “Bu dünyadan gider olduk/ Kalanlara selam olsun/ Bizim için hayır dua/ Kılanlara selam olsun.” diyerek tasavvufi görüşündeki sadeliği de ortaya koymuştur.
      Yunus Emre yazdığı Türkçe şiirlerle sadece yaşadığı çağa değil, bugüne ve gelecek zamanlara da ışık tutmaktadır. Yunus, Türkçemizin halk arasında sevilmesini ve yaygınlaşmasını sağladığı için kültürümüzün en önemli yapı taşlarındandır.
      Yunus Emre,  sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanların, hem kendileriyle hem kâinatla kaynaşmasını sağlayarak sonsuz yaşamda mutluluğu hedefleyen dünya görüşünü bütün insanlığa Türkçe anlatmıştır. Bunun içindir ki, Yunus’un diline “Dünya Dili Türkçe” diyoruz.
      Yunus Emre adı, Türk ve Türkçeyi seven herkes için çok önemlidir. Şiirleri her devre hitap ettiği gibi her kuşağa da hitap etmektedir. Günümüzde Bizim Yunus’un (İskender Pala’nın bir romanında geçiyor) şiirlerini 6-7 yaşındaki çocuklar bile okuyup öğreniyor ve ezberleyebiliyorlar.     
      Yunus'la birlikte Türkçemiz, daha geniş kitlelere ulaşmış ve halkın zevkine uygun bir hale gelmiştir. Bazı şiirlerinde aruz vezni kullanmış olsa da şiirlerinin birçoğunu Türkçe hece vezniyle yazmıştır. Türkçe hece vezniyle yazılan şiirler kısa zamanda yayılarak benimsenmiş, birçoğu ilahi olarak da söylenerek günümüze kadar ulaşmıştır.
      Bütün bu ayrıntılardan sonra Türkçemizin bizim için ne kadar önemli olduğunu umarım daha iyi anlamışızdır. Türk Milleti’nin var oluşuna eş değer olan Türkçemiz konusunda vatandaşlara, yazarlara ve bütün kurumlara çok önemli görevler düşmektedir.
      Öncelikle millet olarak Türkçe düşünmeliyiz, Türkçe konuşmalıyız, Türkçe yazmalıyız. Türkçesi varken yabancı dillerden dilimize geçen sözcükleri kullanmamalıyız. Bu, bütün yabancı sözcükleri dilimizden atalım anlamına gelmez. Yabancı dillerden dilimize geçmiş, ancak Türkçe dil yapısı içinde şekillenmiş, Türkçeleşmiş sözcükler artık bizimdir ve Türkçemizin bir parçasıdır. Dili sadeleştirmek anlayışı ile bu sözcükleri dışlamak dilimizin zayıflamasına sebep olur. Örneğin, Farsçadan dilimize geçen “guuşe” sözcüğü, Türkçe dil yapısı içerisinde şekillenmiş, köşeleşmiş, “köşe” şeklini almıştır ve artık Türkçemizin bir parçası olmuştur. Yine Arapların isim olarak kullanmadığı “Elif”, Türkçemizde bir elif gibi dik ve doğru duruşun sembolü olarak kızlarımızın ismini anlamlandırmaktadır.
       Milli Eğitimin hazırladığı ders kitaplarında da Türkçe konusunda azami özen gösterilmelidir. Küçük yaşlarda dil konusunda kazandırılan bilinç, ileride verilebilecek uluslar arası eserlere de yansıyacaktır ve Türkçenin dünya dilleri arasında daha güçlü bir yer edinmesini sağlayacaktır. 
      Bunun farkında olan Mustafa Kemal Atatürk dil konusunda birçok çalışma yapmış, birçok geometri terimini Türkçeleştirdiği “Geometri Kitabını yazmış ve Türk Dil Kurumunu kurmuştur.
      Belediyelerin de tabela, park ve bahçe isimleri konusunda daha fazla özen göstermeleri gerekmektedir. Yabancı isimlerin yoğun bir şekilde kullanılması, halk arasında zamanla kabul görebilmekte ve bu yabancı sözcükler Türkçe sözcüklerin yerini alabilmektedir.
      Türkçemiz konusunda yazarlarımıza da büyük görevler düşmektedir. Yazarların romanlarda, hikayelerde kullandığı dil, bu yazarları benimseyen insanların da diline yansımaktadır. Bu akım, yeni bir konuşma tarzının ortaya çıkmasına da sebep olmaktadır. Bunun içindir ki, özellikle yazarların Türkçesi varken yabancı sözcükleri tercih etmemeleri gerekir. 
      Ayrıca unutulmaya yüz tutmuş, öz Türkçe sözcükler bulunup ortaya çıkartılmalı ve Türkçemize kazandırılmalıdır. Bu özen toplumun her kesimi tarafından gösterildiğinde, devlet de bu doğrultuda sağlam bir dil politikası geliştirdiğinde, inanıyorum ki Türkçemiz dünya dilleri arasında hak ettiği yeri alacaktır ve Türkçe bir dünya dili olacaktır.
“Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu Türk’üm diyene” M. Kemal Atatürk”

Önceki ve Sonraki Yazılar