HESAP SORMANIN AŞKIYLA YANMAK


Başbakan Turgut ÖZAL, Milli Eğitim Bakanı Vehbi DİNÇERLER’e  dünya eğitim sistemlerini araştırarak, bizim eğitim sistemimizle kıyaslanmasını ister. Bu araştırmanın sonucunda da bizim eğitimde geri kalışımızın sebeplerini rapor ederek kendisine getirilmesini talep eder.
                Bakanımız çalışmalarını yapmaktadır. Japonya eğitim sistemi de bu ara iyiden iyiye incelenmiştir. Hatta Japonya’dan bir heyet de ülkemize davet edilir. Geniş incelemeler yapılır yurdumuzun değişik yerlerinde. Japon heyetle beraber başbakan ÖZAL’a çıkılır.
                Japon heyet başkanı sözü hiç uzatmadan Türk eğitim sisteminin hastalığının adını ilân eder: “Sizin gençlerinizde milli şuur yok.” Herkes şoktadır. Bizim heyet biraz da kızgındır. Zira “milli şuur bizim şiarımızdır.” tesellisi iflas etmek üzeredir. Bizimkilerden birisi biraz da kinayeli olarak sorar Japon heyet başkanına: “Peki, siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, hangi projeleri nasıl uygularsınız?”
                Japon heyet başkanı açıklar: “Biz, sizden aldığımız ÂMİN ALAYI ile eğitime giriş yaparız. (ÂMİN ALAYI: Osmanlı döneminde çocukların yaşı 4 yıl 4 ay 4 gün olunca bir törenle eğitim başlatılırdı. En güzel mekânlar gezdirilir, eğlendirilirdi. İmparatorluğun ihtişamının çalışmayla devam edebileceği anlatılır, bu günde eğitim aşkı çocuklara aşılanırdı. Meddah izletilir, tembelliğin zararları şuur altına yerleştirilirdi.) Eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Çocuklarımızı uçak kadar hızlı giden trenlere bindiririz. Çok katlı yollarımızda gezdiririz. Üstün teknoloji ürünü fabrikalarımızın robotla nasıl da güzel çalıştığını izletiriz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan çocuklarımıza deriz ki: ‘Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurabilirsiniz.’
                Sonra yemek ve eğlence ile şok eğitime biraz ara veririz. İkinci dünya savaşından beri ot bile bitmeyen Hiroşima ve Nagazaki şehirlerimize geçeriz âmin alayımızla. Gelecek neslimize ibret olması için yıkılmış ve harap olmuş şehirlerimizi hiç düzenlememişiz. Çocuklarımıza bu iki şehri gezdirir, hayretle şoka girmelerini sağlarız. Savaşı kaybettikten sonra bile Amerika düşmanının dedelerimize böyle bir ihanet yaptıklarını anlatırız. Çünkü bu çocuklarımızın gördükleri ve duydukları taze hafızalarında silinmeyecek derin izler bırakacağını iyi biliriz. Sonra da âmin alayındaki çocuklarımıza deriz ki: ‘Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı koruyamaz, milletinizi sevemez, birlik ve dirlik içinde olamazsınız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanınız size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Artık çalışıp çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…’ Bu ikinci şoktan sonra çocuklarımız kendilerine gelir ve çalışmanın, üstün olmanın ve düşmana hesap sormanın aşkıyla yanarlar. Biz buna MİLLİ ŞUUR diyoruz.”
                Tam diyalog ortamı buz kesmişken bizim heyetten birisi söz alır: “İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki.” der. Göz çukurlarını terk etmek üzere olan gözler Japon heyet başkanındadır: “Bakınız, biz önce fizik ve kimya kurallarını kullanabilen teknoloji ile neler yapabildiğimizi, sonra ise nasıl yakılıp yıkıldığımızı anlatıyoruz. Siz Çanakkale’de fizik ve kimya kurallarına nasıl boyun eğdirdiğinizi niye unuttunuz ki? Biz çocuklarımıza Çanakkale’yi de anlatıyoruz. Milli şuursuz vatan kollanmaz.”
                Şimdi lütfen gözlerimizi odanın tavanına dikelim ve gaflet narkozunun bizi ne hale getirdiğini bir daha sorgulayalım. Unutmadan, bu gaflet narkozunu bize şırınga edenlerin maharetini de hafife almadan tabii…
                Ne yapalım, Milli ve Manevi şuur pazarda satılmıyor işte!...
(Not: Bu diyalog Mustafa TURAN’ın Destanlaşan Çanakkale isimli eserinden alınmıştır.)              
Önceki ve Sonraki Yazılar